Otuzuma girmemden bir kaç hafta geçmesi üzerine özlediğim yirmili yaşlarıma bir göz geçirmek onları hakkıyla uğurlamak istedim. Çoğu insan lise anılarına vazgeçilmez der ancak ben liseyi asla sevmemiştim. Her şey üniversitede başladı. Ergenliğin verdiği buğulu hava başımı döndürmüş yavaş yavaş gelen sorumluluk bilinci ile yetişkinliğin kapısında bekliyordum. Kapıyı tıkladım ve açılmasıyla yirminci yaşıma bir konser çıkışı arkadaşlarımın basit bir kutlamasıyla girmiştim. Mütevazi partiden “yarın okul var” diyerek ayrılıp yurda yürürken beynimde “artık yirmi yaşındasın oğlum vay be” cümlesi çınlıyordu. Çok mutluydum bıyıklarım gürleşiyor yer yer köse olan sakallarım artık muntazam oluyordu. Kendimi baya baya yetişkin sanıyordum. Tabi nasıl yetişkinlikse artık dersleri asmalar, aileye sürekli okul hakkında yalanlar, “bir gün yaparım şu işimi de ya boşver”ler hiç bırakmıyordu beni. Yetişkin sanıyordum ama hiç yetişkinliğe ait bir eylemim yoktu.
Yirmili yaşlarıma bomba gibi girmiştim ama henüz on sekizimde deli gibi aşık olmuş o aşkı yirmi dört- yirmi beş yaşıma kadar saklamış ve geceleri önüme çıkarıp hayalini okşamıştım. Yine üniversitede bir daha mı geleceğiz dünyaya diyerek otostop turları yapmıştım. Bir çok tırcı hikayem var bu başka bir yazının konusu elbette. Yeni başlamış olduğum sigaraya aşk acımla günde dört pakete çıkarmış birini yakıp birini söndürüyordum. Bir birayla sarhoş oluyor geceleri sokaklara çıkıp hafif sesle naralar atıyordum. O yaşlarımın en güzel dostu beni sırtlıyordu. Amiyane tabirle yol yordam gösteriyordu. Zira İmam- Hatip mezunu fanusta yaşamış bir çocuk olarak geldiğim bu yaşlarıma, kadınlar ile nasıl konuşulur. Bira nasıl köpürürse lezzetli olur. Otostop çekerken şoföre ne söylersen sigara uzatırı öğretiyordu. Az zaman sonra mükemmel bir sinyalci olmuştum. Öğrencilik bu konuda oldukça yardımcı oluyordu. Uludağ üniversitesi bana yaklaşık yedi sekiz sene (haylazlıktan uzata uzata) ev oldu bu yaşlarımı eğlenceli ve anlatılır kıldı.
Bir günüm sabah kalkıp hem okuyup hem çalışacağım düsturu edindiğim için işe gitmekle başlıyordu. Garsonluk, bulaşıkçılık, hanutçuluk, teknik servis elemanlığı gibi işlerde çalıştım. Akşamına da derslere gidip gece de yatıp kendime vakit ayırmak ile geçiyordu. Yeri geldi işlerimi de astım. Ay sonuna doğru artık parasız kalınca geceleri ATM önünde yatıp burs günü saat on iki olunca türkü söyleyerek kartı takıp bursumu çeker koştur koştur bahsettiğim arkadaşım Seda ile tabi ki de Bursa da olduğumuz için iskenderciye koşar ayın ilk en güzel yemeğini yerdik. Ardından güzel bir keyif sigarası... “Seda gene biz bu parayı ay sonuna yetiremeyeceğiz be kızım” diyerek aya başlardık. Babama “hoca falanca kitabı istedi şu kadar para yollarsın değil mi babacım” masallarıyla ek bütçe de yaratırdım. Şaka bir yana geçenlerde babamla kaba taslak bir hesap yapıp o zamanın bir ev parası yediğimi maalesef üzülerek öğrendim. Masalsı, yıllar yılları kovaladı cümlesiyle devam eden yaşamım artık yavaşça gelecek kaygısına evrildi. Yıllar geçti. ev arkadaşları değişti; kimisiyle yollar mezuniyetle, kimisiyle buzdolabının boş olması ve evin “otel” gibi kullanılmasıyla ayrıldı. Aşk yine geldi, bu kez suratıma yumruk gibi indi. O romantik yazılara bayılanlardan değilim. Bu aşk biraz garipti; karı-koca gibi masrafları hesaplayıp, iş bulmayı konuştuğumuz bir ilişkideydik.
Bu yıllarda oldukça serbesttim. Ailenin nispeten olan baskısından ipi boşalmış ben nereye sarsam diye düşünüp günler geçirirdim. Ancak bu hayata bir dönüm noktası lazımdı. O da maalesef hepimizin muzdarip olduğu Covid-19 pandemisiydi. Yüce yaratıcı hayatın çok sorumsuz artık yeter dedi ve değişim yüzünü gösterdi. Kitap fuarında çalışırken okullar tatil oldu haberi gelmişti. Sanıyorduk ki bir kaç hafta sonra bu süreç sona erer. Eve döndüm o güne kadar bu serbestliğin bozulmaması adına yaz okullarına bile kalan ben- zira sabah istediğim saatte kalkar istediğim saatte yatardım- eve hapsolmuştum. Babamla yüzyüze her gün bakıp siyaset kavgaları yapıyorduk İstanbul'dan hep nefret ediyorum Bursa çok güzel bir şehir dememin sebebi ailemmiş. Yani Bursa'nın bir numarası yokmuş. Pandeminin uzayacağını anlayınca apar topar Bursa'ya dönüp eşyalarımı toplayıp İstanbul'a geldim. Yaşım artık yirmi altıya gelmişti. Gelecek kaygısı oldum olası yüklenmişti sırtıma. Okulunda biteceği yoktu zaten. Bir gece ne olacaksa olsun diyip askerlik tecilimi bozdum. O gece üzerimde birden bir hafiflik oldu “başvur” tuşuna basar basmaz.
Yine pandemi döneminin içinde askere gittim. Askerlik bana o kadar çok şey kattı ki. Sevmediğin koğuş arkadaşını kollamak zorundasın. Yeri geliyor gözün açık uyumak zorumda kalıyorsun zira koğuşta hırsız kol geziyor. Bunlar hiç tatmadığım deneyimler zira iyi kötü mürekkep yalamış insanların içinde yaşadım hep. İyiyi kötüyü nispeten bilen insanlar. Ancak askerlikte ömrü dağda geçmiş hayatı boyunca sadece hadi askerlik görevin geldi düze in denilen insanlar vardı orada. Yaşım büyük gittiği için abilik yaptım. Bu da benim deneyimlemediğim bir şeydi. Orada özgüvenim aslında arttı. Zira hep özgüvensiz yetiştim. Her şeyi yaparım her görevin üstesinden gelirim gelemezsem de kurcalarım bir şekilde öğrenirimi öğretti askerlik. İnsan ilişkilerimi arttırdı zira anlama kabiliyeti en az insana da anlatmak zorunda olduğun şeyler vardı. Komutanlarım tarafından sevilirdim çünkü nispeten eğitimli ve “efendi” idim. Derdim olduğunda tamamen saydam şekilde iyisini kötüsünü anlatıyordum bu da onların hoşuna gidiyordu. Psikiyatri ilaçları kullandığım için RDM yani Rehabilitasyon ve Danışmanlık Merkezinden (er tabiriyle Rahatsız Deli Mehmetçik) sık sık danışmanlık alırdım. Zira psikolojim orada altüst olmuştu. Saat sabah dörtte kalkıp akşam onda uyumaya asla alışık değildim. Tek sorun bu değildi elbette. Üst devrelerden baskı ve zorbalık hadsafhadaydı. Buna babalarımız döneminde devrecilik şimdilerde ise sıracılık denirdi. Bu kavramlar oldukça yoruyordu beni. Asker psikolojisi kız arkadaşım da o dönem terketmişti beni. Yani yalnızlık psikolojisi iyiden iyiye sarmıştı. Bunu o dönemlerde tuttuğum günlükler oldukça gösteriyordu. Bir gün nöbet tuttuğumuz yerde nehir taşmış sel olmuştu. Devreme “devrem şu silahı tut ben geliyorum” demiştim kendimi sulara atacak iken birden niyetimi anlamış arkamdan sarılmıştı. İntihar edecek duruma getirmişti askerlik. Çok duymuştum intihar edenleri anlam veremezdim ama o üniformayı giyince gayet anladım. Ancak her şeye rağmen bölük komutanımız oldukça kollardı beni ve bana oldukça güvenirdi. Buna garajımıza geldiğinde odasına çağırıp tarih okuduğumu bildiği için, misalen bugün bana 12 Eylül Darbesinin sebep ve sonuçlarını anlat Emirhan derdi. Bir gün ise Roma döneminde Caesar'ın Rubicon nehrini geçmesiyle olan olayları anlattırırdı. Oldukça tarih severdi. Bir de tabi RDM raporlarımın kendisine mühürlü zarflarla gitmesiydi elbette. İsmini de burada zikretmek istiyorum kendisinin Üsteğmen Mahmut Keser. Gözleri delici bakan çakı gibi bir askerdi. Benim üzerim pejmürde kambur yürüyen bir askerdim. Yanında asker falan sayılmazdım.
23 Nisan Çocuk Bayramında gerçekten çocuklar gibi mutluluk içerisinde terhis oldum. Artık aklımda bir takım şeyler oluşmuş bir insandım. Okumaya devam etmek istedim bir kaç ders aldım, hatta verdim de onları ama artık hevesim de kalmamıştı. Yaklaşık sekiz sene Bursa'nın tozunu yutmuş artık bu tozdan resmen astım olmuştum. Döner dönmez ticaret yapmak istedim o dönemim parası babamdan iki yüz lira alıp bit pazarlarında bazı mallar satmaya başlamış önce dört yüz sonra sekiz yüz yapmıştım sermayemi. Ancak daha sonra gelir gideri şaşırıp sermayeyi kediye yükleyince elime yüzüme bulaştırmış elimdeki malları yok pahasına satıp “iş insanı” ünvanımdan vazgeçtim. Ciddi işler peşinde koşmaya başladım. Hayalim, bir el becerisine sahip olup bir müddet sonra kendi işimi kurmak oldu. Ancak bu da daha sonraları hayal oldu. Bir türlü öğrenemiyordum. Bir kısım işverenlerde “abi iş istiyorum” dediğimde yukardan aşağı alaycı ifadeyle bakıp kaç yaşındasın? Bu yaştan sonra seni nasıl çırak alayım diyordu. Bu raddeden sonra yavaş yavaş bazı şeylere geç kaldığımı hissetmeye başlamıştım. Girdiğim hiç bir işi beceremiyordum. Son iş deneyimlerim tershane de elektrikçilik ve çağrı merkezi oldu ve o an geldi...
Hayatıma ömrümde göremeyeceğim iyilikte bir insan girdi aşık olmuştum. Bu sefer gençliğin getirdiği aklın bir karış havada olduğu bir aşk değildi. Ömrümü ona adamak istiyordum. Mutluluk beni çok güzel yakalamıştı. Hala da devam ediyor. Umarım bu mutluluk daim olur. Artık yirmi dokuz idim. Otuz bana el sallıyor artık yakalayacağım seni diyordu. Artık her şey de mantık arar olmuştum. Üniversite çağındaki Emirhan bir işin önünü sonunu düşünmeyen kişi her şeyi ince eleyip sık dokur olmuştu. Böylelikle bugünkü karakterim oturmuştu.
Bu uzun yazı umarım sizi sıkmamıştır. Yaklaşık olarak anlattığım on sene böyle teker meker gitmişti. Yeri geldi düştüm ardından bir daha düştüm biraz doğruldum bir daha düştüm ve ayaklandığım bu on seneyi kısa bir yazı ile geçiştiremezdim. İnsanın en güzel yaşları olan yirmili yaşlarıma böylelikle veda ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder