Hiçbir
şey yokken bilgisayarımı açtım. Aklımda bir şey yoktu. Bilgisayarı bile
öğlesine açmıştım. Bilgisayarı kurcalıyordum ki birden yazma programına girmiş
bulundum. Yazmaya başladım. İlk kelime ikinci kelime ardından bir paragraf. Şu an
sadece tuşlara basıyorum.
Normalde
yazı işlerimi hep kâğıt kalemle yaparım. Genelde teknoloji işini yazıya
karıştırmam. Bir heves diyelim buna. Arkada hafif bir müzik, yanımda çayım ve
küllükte dumanı tüten sigaram. Şu an dünyaları verseler, bu huzuru değiştirmem.
Geçmişte
biraz daktiloya merak salmıştım. Çat çut sesleri eşliğinde yazı yazmak
eğlenceli gelmişti. Ancak belli bir müddet sonra her ses, müziklikten çıkıp
kafana inen balyoz gibi oluyor. Yine de eğlenceli bir makine. Onunla
ilgilenmek... şaryosunu yağlamak, tozunu almak, mürekkep doldurmak gibi işleri
olması hoşuma gidiyordu. Ancak yanlış yazdığında kağıdı hışımla makineden
alırsın. Küfrederek buruşturup çöpe atarsın. Sadece bir harf yanlış yazmışsındır.
Ancak kağıt heba olmuştur. Şöyle bir çözümü var ama devlet dairelerinde kabul
olmuyormuş. Şaryoyu oraya getiriyorsun. Üzerine tire yapıyorsun. Ardından daksilliyorsun.
Tabi bu normal yazılar için.
Eski
eşyaların sanki daha çok ilgiye ihtiyacı varmış gibi geliyor bana. Daktilo
bunun güzel bir örneği. Ben yetişmedim ama banyo kazanları da öyleymiş. Odunu
altına atarsın, suyu getirir üzerine dökersin, sonra tüm ev duman altı olur.
Aile sırayla duşa girer. Rezillik yani.
Bir
de merdaneli çamaşır makineleri… Yine ben yetişemedim ama annem anlatırdı.
Başında bekleyeceksin, azar azar çamaşırı atacaksın, sonra çıkarıp o
merdanelerden geçireceksin. Çoğu genç kızın saçları o merdaneye sıkışıp,
kestikleri bile olmuş. Makinen tek görevi kazanın dönmesi kalan işi zaten sen
yapıyorsun. Ne anladım bu işten diyor insan. Merdaneden geçirdikten sonra bile
yine elleriyle sıkarmış bazen annem. Birde balkona çıkarıp asması var ki o da
zulüm. Bekliyorsun kurusun. Kuruduktan sonra da çamaşır kazık gibi tabi. Maçan yiyorsa
giy bakalım.
Gene
öyle eşyalardan el matkabı. Şimdiki gibi elektrikli ya da şarjlı değil. Kurma kolu
var makinenin. Gariptir, şu anda makine dediğimizde elektrikli ya da fosil
yakıtla çalışan şeyler gelse de bir dönemde bu aletlere de makine deniyor. Lisede
fizik dersinde basit makineler dersini görmüştük. Makaralar bile makine sayılıyordu.
Tabi makinenin tanımını bilmek lazım bunun için.
Oldum
olası “şunu yazayım” diye masaya oturmam. Doğaçlama yaparım. Bu yüzden
yazılarım hep günlük gibidir. Ama seviyorum böyle yazmayı. İşsiz güçsüz, kendi
halinde bir adamım. Benimki biraz dertleşme. Kelimelerin hızlıca akmasını
seviyorum sadece yazmak istiyorum.
Çocukken
yazdıklarımı hatırlıyorum da… O kadar idealist yazmaya çalışırdım ki şimdi
hatırlayınca yine o eski gülümseme yüzüme oturuyor. Halbuki dersi dinlememek
için yazardım.
İnsan
çocukken, gençken fazla idealist oluyor. Tüm dünyanın yükünü sırtlanmak,
dünyayı değiştirmek istiyor. Ama yaş ilerledikçe, kantarın topuzunun öyle
olmadığını suratına gelen bir silleyle anlıyorsun.
Gerçi
o günleri özlemiyor değilim.
O
yaşlarda insanın içinde tükenmez bir güç hissi oluyor.
Şimdiyse,
sadece yazmak… Belki de hâlâ biraz o çocuğun devamıyım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder