✍️ Kaldığım Yerden Yazılar

Bu blog suskunluğu yırtmaya çalışan birinin özgür olduğu bir yerdir.
lütfen evinde hisset, hoş geldin.

3 Haziran 2025 Salı

Yazı Yazmak mı, Dertleşmek mi?


 

 

Hiçbir şey yokken bilgisayarımı açtım. Aklımda bir şey yoktu. Bilgisayarı bile öğlesine açmıştım. Bilgisayarı kurcalıyordum ki birden yazma programına girmiş bulundum. Yazmaya başladım. İlk kelime ikinci kelime ardından bir paragraf. Şu an sadece tuşlara basıyorum.

Normalde yazı işlerimi hep kâğıt kalemle yaparım. Genelde teknoloji işini yazıya karıştırmam. Bir heves diyelim buna. Arkada hafif bir müzik, yanımda çayım ve küllükte dumanı tüten sigaram. Şu an dünyaları verseler, bu huzuru değiştirmem.

Geçmişte biraz daktiloya merak salmıştım. Çat çut sesleri eşliğinde yazı yazmak eğlenceli gelmişti. Ancak belli bir müddet sonra her ses, müziklikten çıkıp kafana inen balyoz gibi oluyor. Yine de eğlenceli bir makine. Onunla ilgilenmek... şaryosunu yağlamak, tozunu almak, mürekkep doldurmak gibi işleri olması hoşuma gidiyordu. Ancak yanlış yazdığında kağıdı hışımla makineden alırsın. Küfrederek buruşturup çöpe atarsın. Sadece bir harf yanlış yazmışsındır. Ancak kağıt heba olmuştur. Şöyle bir çözümü var ama devlet dairelerinde kabul olmuyormuş. Şaryoyu oraya getiriyorsun. Üzerine tire yapıyorsun. Ardından daksilliyorsun. Tabi bu normal yazılar için.

Eski eşyaların sanki daha çok ilgiye ihtiyacı varmış gibi geliyor bana. Daktilo bunun güzel bir örneği. Ben yetişmedim ama banyo kazanları da öyleymiş. Odunu altına atarsın, suyu getirir üzerine dökersin, sonra tüm ev duman altı olur. Aile sırayla duşa girer. Rezillik yani.

Bir de merdaneli çamaşır makineleri… Yine ben yetişemedim ama annem anlatırdı. Başında bekleyeceksin, azar azar çamaşırı atacaksın, sonra çıkarıp o merdanelerden geçireceksin. Çoğu genç kızın saçları o merdaneye sıkışıp, kestikleri bile olmuş. Makinen tek görevi kazanın dönmesi kalan işi zaten sen yapıyorsun. Ne anladım bu işten diyor insan. Merdaneden geçirdikten sonra bile yine elleriyle sıkarmış bazen annem. Birde balkona çıkarıp asması var ki o da zulüm. Bekliyorsun kurusun. Kuruduktan sonra da çamaşır kazık gibi tabi. Maçan yiyorsa giy bakalım.

Gene öyle eşyalardan el matkabı. Şimdiki gibi elektrikli ya da şarjlı değil. Kurma kolu var makinenin. Gariptir, şu anda makine dediğimizde elektrikli ya da fosil yakıtla çalışan şeyler gelse de bir dönemde bu aletlere de makine deniyor. Lisede fizik dersinde basit makineler dersini görmüştük. Makaralar bile makine sayılıyordu. Tabi makinenin tanımını bilmek lazım bunun için.

Oldum olası “şunu yazayım” diye masaya oturmam. Doğaçlama yaparım. Bu yüzden yazılarım hep günlük gibidir. Ama seviyorum böyle yazmayı. İşsiz güçsüz, kendi halinde bir adamım. Benimki biraz dertleşme. Kelimelerin hızlıca akmasını seviyorum sadece yazmak istiyorum.

Çocukken yazdıklarımı hatırlıyorum da… O kadar idealist yazmaya çalışırdım ki şimdi hatırlayınca yine o eski gülümseme yüzüme oturuyor. Halbuki dersi dinlememek için yazardım.

İnsan çocukken, gençken fazla idealist oluyor. Tüm dünyanın yükünü sırtlanmak, dünyayı değiştirmek istiyor. Ama yaş ilerledikçe, kantarın topuzunun öyle olmadığını suratına gelen bir silleyle anlıyorsun.

Gerçi o günleri özlemiyor değilim.

O yaşlarda insanın içinde tükenmez bir güç hissi oluyor.

Şimdiyse, sadece yazmak… Belki de hâlâ biraz o çocuğun devamıyım.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hırs, Korku ve Biraz Umut

              Yeni işimde pek huzurlu olduğum söylenemez. Mola verdiğimde acaba bir şey derler mi, yeterince arama yaptım mı, iyi mi konuşuy...