✍️ Kaldığım Yerden Yazılar

Bu blog suskunluğu yırtmaya çalışan birinin özgür olduğu bir yerdir.
lütfen evinde hisset, hoş geldin.

14 Temmuz 2025 Pazartesi

Bir Millet Meselemiz Var

 


Sokağa çıktığınızda eğer kenar mahallelerden birinde yaşıyorsanız Suriyelisi, Afgan'ı, Pakistanlısı, Rus'u, Özbek'i sayısız milletten insanla karşılaşırsınız. Türkiye'nin demografik yapısı son on yılda inanılmaz değişikliğe uğradı. Bununla beraber gelen sorunlar da baş gösterdi. Alt yapı sorunları, eğitim, sağlık vs. gibi zaten yetersiz olan hizmetlerimiz daha da yetersiz gelmeye başladı. İlerleyen yıllarda daha da çok sorun çıkacağına garanti verebilirim. Sadece hizmet sorunu da değil elbette çok fazla da kültürel sorun ortaya çıkmış durumda. Türk halkı yoğun bir ırkçılık yapmaya bu milletlerden nefret etmeye başladı. Elbette bu milletlerin Türk Halkına entegrasyonundan kaynaklı bu durum. Son dönemlerde insanlar bu durumdan bıkmış durumda ki milliyetçi partilere oy vermeye o partiler yükselişe geçmeye başladı. Ancak bir sorun var...

Türkiye'ye Türkçülük Enver Paşa, Ziya Gökalp gibi isimlerle kamuoyuna sunulmuştur. Sebebi ise Fransız İhtilali'nden sonra artan milliyetçilik akımı ile o dönem Osmanlı'da Osmanlıcılık ve ümmetçilik kâr etmemeye başlamıştır. Osmanlı kendini kurtarmaya topraklarını artık kaybetmemeye çalışmaktadır. Atatürk de bu isimlerden etkilenmiştir. Atatürk'ün doğduğu Selanik' de artan Rumların bağımsızlık hareketlerini görerek büyümüştür. İmparatorluk parçalanma aşamasındadır. Bu minvalde üniter bir devlet kuruluyor ve anayasada seksen sekizinci maddesinde “Türk ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur.” maddesi Türklükten ne anladığımızı gösterir niteliktedir. Atatürk'ün ne mutlu Türküm diyene sözü de yine bu minvaldedir. Yani kendini Türk vatandaşı hissediyorsan bizim halkımızdansındır, denilmektedir.

Ancak öyle bir dönem geliyor ki I. Dünya Savaşı'nın intikamını almak isteyen devletler içlerinden yoğun ırkçı hatta kafatasçı liderler çıkarıyorlar. Mussolini ve Hitler boy, saç rengi, göz rengine bakarak ırk tespitleri yapmaya başlamıştır. Bu dönemlerde de Türkiye'de çalışma yapan Arif Nihal Atsız ve Zeki Velidi Togan gibi isimler Türkçülüğü aynen Batı'da gördükleri milliyetçilikle harmanlamış abuk bir görüş çıkmıştır ortaya. İnsanların bıyık boyu, kafasının arkasında ki çıkıntılar araştırılmıştır.

Sonuç olarak Enver Paşa'nın Ziya Gökalp'in savundukları Türkçülük ve Turancılık yine bir nebze bu toprakların ürünüdür. Günümüz Türkçülük fikirleri ise ikinci dönem Türkçülerin ürettiği kafalardır.

Şöyle bir gerçek kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Dünyada da şu an kesinlikle eskiye dönüş hakim yeniden sanki Hitlerler gelmiş gibi siyasetçiler konuşmalar yapıyor. Bu elbette artan mülteci sorunu ile alakalı bir durum.

13 Temmuz 2025 Pazar

Son Otobüs

 



İşten çıktım. Patronla kavga etmiştik. Bugün imzaladığım bir belgeye, dalgınlıkla dünün değil de 12.05.1987 tarihini atmışım. Yine bağırıyordu. Bu sefer başımı öne eğmedim. Yetti artık dedim paltomu aldım çıktım işsizdim şu an. Boş boş yürüye yürüye akşamı etmiştim. Yolumu uzattım. Kartal sahil yolu daha yeni yapılmıştı. Denizi büyük kayalarla dolduruyorlardı, ilk kez böyle bir şeye şahit oluyordum. Denizi doldurmak… Bir insan hayatında kaç kere görür ki böyle bir şeyi? “Nasıl olmuş” diye merak ettim. Sahilden geçip durağa öyle varacaktım.
Otobüs gelmek bilmedi. Saat epey geç olmuştu, hava kararmıştı. Herkes birer ikişer gelip bindi, gitti. En sonunda ben ve hırpani kılıklı, boyca bana benzeyen, yaşına göre dinç sayılabilecek bir amca ile kaldık baş başa. Adamdan korkmadım değil ama sakin birine benziyordu. Derin bir nefes verip bana soru sorması sessizliği bozmuştu. “evladım, saati söyler misin?” “on bire geliyor, amca.” “teşekkür ederim. İnsanlar saati sormak için birbirlerine bakıyorlar. Şimdilerde artık bileklerinde saat taşıyorlar. Adım sayıyor senin için ama boşa, sanki.” içimden geçirdim: Adım sayan saat mi? O ne demek öyle? Belli ki amca ya sarhoş ya deli. Benim boş boş baktığımı anladı ve devam etti "deli olduğumu düşünme şimdilerde insanlar en ufak buhranlarında psikiyatristlere koşuyorlar tonlarca para ödüyorlar sayısız antidepresan kullanıyorlar" "psikiyatri ne amca?" "ruh doktoru, insanların bunalımları bir moda oldu. kendini depresyon adı altında farklı göstermeye çalışıyor"

Amca kafamı karıştırmıştı neler söylüyordu. Merak da sarmıştı beni acaba neredendi bu insan kimdi neciydi? Sanki şaşırmamışcasına konuşmaya devam ettim konuyu değiştirmek istedim en azından saçma sapan konuşup kafa ütülemezdi. “havalar da bayağı serin oldu amca sanki?” “haklısın bayağı serin gerçi kar bile yağmaz oldu İstanbul'a artık. Arabalar arttı yüksek gökdelenler çoğaldı kar İstanbul'a küstü.” Durdu ardından sakince devam etti. “eskiden yollarda sık sık buzlanma kazaları oluyordu. Boğaza yapılan üçüncü köprüde hiç kaza olmuyor.” iyiden iyiye sarhoş olduğuna emindim gerçi konuşurken ağzı kaymıyordu ama saçmalıyordu anlattıkları hayal ürünüydü şu an ikinci köprü inşaatı güç bela yapılıyor. Artık bu morukla dalga geçmek istiyordum. “oldu olacak denizin altından da yol geçse değil mi?” “doğru ya Avrasya Tüneli girişinde sık sık trafik oluyor. İnsanlar karşıya geçmeye çalışırken.” Denizin altından tünel mi? Çok garip geçenlerde başbakan bununla ilgili bir şeyler söylemişti amca gelecekten mi geliyor acaba dedim içimden. Söyledikleri ilgimi çekmeye başladı en azından otobüs gelene kadar biraz eğlenirdim. “otobüs gelmedi hala keşke bir şey olsa da oyalanabilsek. Ne bileyim şuracıkta bir televizyon olsa seyretsek. Gerçi elektriği nereye takacağız değil mi?” Amcadan gene ütopik bir şey bekliyordum dese ya insanlar televizyonlarını ceplerinde taşıyacaklar diye. Amma komik olurdu. Dediklerimi sanki içine çekmiş gibi derin nefes aldı konuşmaya başladı. Sanki içimdekileri okumuştu. “insanlar artık telefonda her şeyi yapabiliyorlar eskiden masamızın üzerinde duran telefon insanların bir uzvu haline geldi. Dediğin gibi televizyon bile seyredilir oldu.” Vay be demek masadaki telefondan televizyon seyredeceğiz. O şeyde bir şekilde ekran olacak demek ki. Devam ettim. “eee o telefon daha neler yapıyor?” “neler yapmıyor ki insanlar ellerinde o telefonda sürekli haberlere bakıyor eskiden günlerce konuşulan bir haber artık saniyelik konuşulup geçiyor. İnsanlar başları sürekli öne eğik sağa sola yürürken birbirlerine bakmıyor. Sadece birbirlerine bir kaç kelime yazıyor.”

İyiden iyiye bunalmıştım. Otobüsün gelmemesi amcanın sanki gelecekten bahsetmesi sinirimi bozmuştu. Cebimden çıkarıp bir sigara yaktım. Amca sigarama bakıp gülümsedi. “Hala Samsun mu içiyorsun?” dedi. Hoppala amca bunu nerden biliyordu. Ermiş miydi neydi? “amca sen nerden biliyorsun” dedim. Umursamazca omuzlarını silkti. “evlat yıllardır buralardayım gördüm seni.”

Amca belli ki tanıyordu beni acaba kimdi? Boş boş etrafa bakıp düşünüyordum ki sessizliği yine o bozdu. “Bugün kağıda bugünün tarihini attın da istifa ettin ya ben de aynısını yapmıştım. Aynı dalgınlık aynı öfke aynı istifa” şaşkınlıkla döndüm gözlerine baktım. “ne diyorsun amca?” Gülümsedi sadece, yorgun bir gülümseyiş. “o gün ben de sahile kadar yürüyüp burada otobüs bekledim. Aynı yerde aynı saatte. Dönüp kendimi uyaramadığım her gece için bir pişmanlık bıraktı geriye.” Ne diyordu bu adam? Aynı hata mı aynı istifa mı? Kafamda düşünceler çarpışıyordu. “eve gittiğimde karımla kavga ettim. Yetti artık sorumsuzluğun demiş beni terk etmişti. Sonraları alkol dostum oldu. Günde iki paket sigara içiyordum. En çok içimden konuşan sesi susturabilmek için.” kafam allak bullak oldu. Otobüsün gürültüsü kendime getirdi. Kalktım kaldırımın ucuna geldim geri dönüp amcaya baktım. Dediği şey daha da garipti “Yarın sabah baştan başla, sakinliğini koru, sakın üstüne gelmesin bir şeyler. Benim yapmadığımı sen yap” otobüse adım attım. Amca durakta kalmıştı, beynim uğulduyordu cam kenarı bir koltuğa yığılırcasına oturdum. Camın arkasından amcaya dikkatli bakmaya başlamıştım. Gözleri bana çok tanıdık geldi. Evet her gün aynada gördüğüm gözler...

7 Temmuz 2025 Pazartesi

Tarihi Bıraktım, Ama Tarih Beni Bırakmadı



Birkaç aydır işsizliğin verdiği boşlukla kendime hedef aramaya başladım. Bunun için çok büyük bir karar aldım ve tarih bölümüne geri dönmeye karar verdim. Benim için büyük bir karardı zira tarih bölümü benim bir zihin doluluğun, bıkkınlığın, başarısızlığın kanıtı gibiydi. O bölümde çok şey öğrenmiştim ama çok şey kaybetmiştim. En büyük kaybettiğim şey zamandı. Ergenliğimi gençliğimi o sıralarda yemiştim bir çok şeye geç kalmıştım.

Okumaya nasıl karar verdiğime başlayalım. Çocukluktan beri ansiklopedi okumayı çok severim. Bir çok kişinin gazete kuponlarıyla aldığı koca koca ansiklopedileri vardır illa ki. Ben de onların büyüsüne kapılmıştım açıp açıp okuyordum. Hatta ablam bu alışkanlığımı görmüş ileriki yıllarda “çok büyük bir bilim insanı olacağını hayal etmiştim” demişti. Halbuki sadece merakımı gideriyordum. En çok sevdiğim konular uzay konularıydı. Ancak şöyle bir sorun vardı ansiklopediler 80'lerde basılmıştı ve biz 2000'li yıllardaydık. Yani bir nevi tarih okuyordum. Uzay konularını okurken orada Sovyetler Birliği ve ABD arasında geçen uzay savaşlarını Sovyetlerin nasıl bu savaştan galip geldiğini anlatıyordu. O küçük yaşımda tarihi bir belge okuduğumu idrak etmiştim. Tarihi yavaş yavaş sevmeye başlamıştım.

Bir gün elime Çanakkale Savaşlarını anlatan bir kitap geçmişti çok etkilenmiştim. Orada yaşanan kahramanlığı, dramı kitabı okurken hissediyordum. Üstüne bir de okulumuz Çanakkale gezisine götürünce ayrı bir etkilenmiştim. Ardından tarihsel hikayeler anlatan kitaplara yönelmiştim bir şekilde. İlk okulda ben ve bir arkadaşım Nutuk okuma iddiasına girmiştik ilk kim bitirecek diye. Bu arada evimize bilgisayar ve internet gelmişti günlerimi tarihi olayları araştırarak geçiriyordum. Atatürk, Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmet, II. Mahmut gibi önemli şahsiyetleri araştırıyordum sürekli. Evde aileme sofrada otururken tarihi olayları anlatıyordum sürekli annem zevkle dinlerdi bir yandan da “oğlum yemeğin soğuyacak ye artık” derdi.

Yavaş yavaş büyümeye ergenliğime girmeye başlamıştım. Artık üniversite zamanı gelmişti. Kafamda imam hatip okuduğum için ilahiyat mı okusam vardı. O yıllarda sağlam bir şeriatçıydım. Şimdilerde bunu yazarken bile gülüyorum. Aşağılık salak. Sana mı kaldı İslami düzeni getirmek bağnaz pezevenk. Tercih günü gelmişti o zamanlar okulda yapıyorduk tercihleri. Boş bir masaya oturdum birden beynimde şimşek çaktı. Tarihi çok seviyordum neden tarih yazmayayım? Birden kendimi Marmara Bölgesinde ki tüm tarih bölümlerini yazarken buldum. İki saniyelik kararla hayatımın şimdiye kadar ki 12-13 senesini etkilemiştim. O yıllarda insanın aklı almıyor. Tercih kağıdımı hocama verdiğimde gülüyordum ama.

Kayıt günü geldi hala o kayıt olduğuma dair belgeyi saklıyorum. 2 Eylül 2013 kayıt olduğum tarihti. Uludağ Üniversiteliydim. Okulun ilk gününü hatırlıyorum. İlk ders Kültür Tarihi'ydi. Nilüfer Alkan Günay dersimizin hocasıydı. Fakülteyi sınıfı bulacağım diye kan ter içinde derse son dakika girmiş en arka sıraya oturmuştum. Bir dakika sonra hoca girmişti. Bir şeyler anlatıyordu ama anlamıyordum. Baya üniversiteydi nasıl not alınırdı ki. Hoca anlatırken yazmak lazımmış yaşım on sekiz daha ben lisede not alamazken nasıl üniversitede dersi anlayayım. Sonraki ders Eski Çağ Tarihi'ydi hocamız Kamil Doğancı idi. Şiir gibi ders anlatır lise talebesi gibi not tuttururdu. O söyler biz yazardık. O derste not sorunum olmadı hiç.

İlk aşkımla cuma günü karşılaşmıştık. Kısa bir tanışma sonrası açılmıştım hayatım değişmişti. Bir sene sürmüştü. O sayede derslerden baya geri kalmıştım ilk dönem tüm notlarım sadece bir ders hariç FF'ti. BA olan dersim Osmanlıca dersiydi. O da imam- hatip sağ olsun.

Otostopla ülkeyi gezmeye çıkmıştım. Saçlarımı uzatmıştım. Bir nevi hippi gibi dolaşıyordum. Metal müzik hayatıma yön veriyordu. Küçük kısa süren bir grubum dahi vardı. Not tutmayı da öğrenmiştim derste ses kaydı alıyordum sonra onları yazıya döküyordum. Bir nevi stenograf gibi zabıt katibi olmuştum. En ön sırada oturuyordum artık.

Derslerim hala içler acısıydı hem çalışıp hem okumaya çalışıyordum. Parasızlık, sefalet, pislik almış başını gitmişti. Para olmadığı için kiloyla arap sabunu alıp onunla duş alıyordum. Yıllar yılları kovaladı üç tane rektör görmüştüm. Kamil Dilek, Yusuf Ulcay ve Ahmet Saim Kılavuz. Hepsiyle konuşma fırsatım oldu okulun yemekhanesinde çalışıyordum ve oraya geliyorlardı. Gedikli öğrenci olduğum için aşağı yukarı tanınıyordum. Hocalar beni arar “Emirhan derse geliyor musun?” “Evet hocam çıktım şimdi yoldayım.” “Tamam oğlum benim falanca yerde toplantım var odamın anahtarı paspasın altında alırsın masada notlar var dersi anlat üstün körü geç ben haftaya telafi yaparım” gider dersi anlatırdım. Anasını satayım ben geçemezdim o dersten. Yedi kere aldığım bir Selçuklu Tarihi var ki evlere şenlik. Nefret ederim bugün bile o konudan. Gram bilgim yoktur o dönem hakkında. O derste üç hoca değişti. Sonuncusu felaketti. Şimdiki aklım olsa o iki hocadan dersi verir geçerdim nerden bileyim. Son hocamız Mehmet Tezcan'dı. Derya deniz bir adam ama dersi doktora düzeyinde veriyordu. Biz lisans öğrencisiydik. Bize edisyon kritiği anlatıyordu. Babacım biz dipnotta daha “a.g.e.” gören insanlarız ne yapacağız edisyon kritiği.

Sekiz senemi verdiğim Uludağ Üniversitesi'ni Covid zamanı askere gideceğim diye dondurup daha da dönmedim. Böylelikle örgün öğrenimim son buldu. Bu aralar yukarıda da dediğim gibi tekrar dönmek tarihin derinliklerine dalmak istiyorum. Ne yapabilirim aklımda pek bir şey olmasa da tekrar o yıllara dönmeden dertsiz tasasız bitirmek tek dileğim.

4 Temmuz 2025 Cuma

Kariyer Değil, Bir Kahve Borcum Var

 


Bir dönemdir işsizim. Biraz uzunca bir süre geçti. Bu süreç içinde günlük rutinim elime telefon almak iş aramak o siteden bu siteye geçmek ardından haber verdiğim insanları aramak, kimisi açıyor kimisi açmaya tenezzül bile etmiyor. Eskiden bir insanı sık sık arayamazdım bir işim düştüğünde. Çok utanırdım bu durumdan. Rahatsızlık veriyormuşum gibi hissederdim. Şimdilerde baya ar damarım yırtıldı. Günde iki üç defa arıyorum. “abi geçenlerde demiştin ya falanca yerde bir iş var beraber gideriz diye adam hatta kardeşim gibidir seni geri çevirmez demiştin hani” bu lafın ardından gelen cevap “birader şimdi piyasayı biliyorsun küçülmeye gitmişler de falan da filan da” bir süredir bu iki cümle içinde yaşıyorum. Aylardır uğraştıran da var böyle bir kaç gün umut veren de var. Gene kendi göbeğimi kendim keseyim diyorum. Sitelere dalıyorum orası daha bok.

Sitelerde belli kalıplar var. “sektörde lider kurumsal firmamız bünyesinde gelişmeye açık esnek çalışma saatleri olan....” bu ne demek sizi saat gece iki de olsa arayacağız. Dandik bir mail atılması gerekli uykundan daha da önemli bu mail. Bir de “çay kahve dağıtımı, müşteri karşılama, temizlik, yemek, excell tutma...” daha sayıyorlar da ben yazarken sinirlendim. Bunların hepsine bir eleman tutulması gerekirken yedi- sekiz işi bir kişiyle yapmaya çalışan firmalar da var. Bir de hiç bir şey vadetmeyip sizi çok güzel mükemmel bir kariyere hazırlıyorlarmış görünen firmalar da var. “YÖNETİCİ OLMAK İSTER MİSİNİZ” başlık aynen bu ilana giriyorsun. “çağrı merkezimizde satış yapıp sizi eğiteceğiz bla bla” size asgari ücret bile vermeden çalıştırıp sözde eğitiyorlar siktiri boktan bir kişisel gelişim kursuna müşteri toplamanız için alıyorlar ve sikik bir kurs müdürlüğüne yönetici diyorlar.

İnsan kaynaklarıyla konuşmak da bir acayip. Sizi baştan aşağı süzüyor. İşte anlatıyor hızlı olmak lazım, atik olmak lazım şöyle olmak lazım, şöyle olmak lazım. Bir gün kaç kardeş olduğumu merak eden bir insan kaynaklarına bile rastladım. Bu soruları neden soruyorlar sayısız görüşmeye girdim hala bilmiyorum. Ne çıkarım yapıyor bu sorularla gerçekten çok ilginç.

Tek derdim lanet bir iş bulup lanet borçlarımı ödemek. Kimseye yüzümü eğmeden kendi kazandığım parayla sadece sigara alabilmek. Sadece sigara parama çalışmak istiyorum artık. Gerçekten her şeyden geçtim. Ev almak araba almak düzgün şekilde evlenebilmek bunları geçtim. Sadece arkadaşlarıma kahve ısmarlamak istiyorum.

2 Temmuz 2025 Çarşamba

Biraz Dert, Biraz Umut

 


Yine başbaşayız. Yine ben dertlerimi anlatacağım yine siz dinleyeceksiniz. Teşekkür ederim hep yanımdasınız. Burası bana çok yardımcı oluyor. Bugün gayet sıradan bir gündü. Yine işsizliğin verdiği boş vakitle kitap okuyup sağda solda ailemin işlerine koşuyordum. Akşama doğru bir huzursuzluk çöktü. Bu hissi tanıyordum. İlaçlarımı almadığımda bu his geliyordu. Ama bu sefer ilaçlarımı almıştım sorun ne olabilirdi ki? Ne gelebilirdi ki başıma. Gayet huzur gelmişti ilaçlarımla birlikte. Başka bir şey vardı belki de. Yine beynim benimle oyun oynuyordu. Çareyi yine buraya, yazılarıma sığınmada buldum.

Aklımda hiç bir şey yok. Çala kalem tuşlara basıyorum. Bu yazıda kesinlikle düzgün bir şey anlatacağıma söz veremem. Sadece anlatmak istiyorum. Ne olabilir? Çok sorun arıyorum. Dün çok değer verdiğim çok sevdiğim bir dostum, hayatta sorun ararsan kendinde sorun ararsan kesinlikle bulursun demişti. Yaklaşık on senedir de sürekli sorun arıyorum. Psikiyatrilere ve psikologlara adeta “ben böyle böyleyim beni değiştirin bundan çok rahatsızım” diyorum. Onların elinde olan bir şey yok ki. Ben değişmek istiyorsam kendim yapmalıyım. Değişmeye değer de bir şey yok aslında. Oturup ciddi ciddi düşünürsek gayet de makul bir insanım aslında. Sadece toplum içinde bağırarak konuşuyorum, biraz patavatsızım, biraz da düşüncesizim. O dostum iyi şeylerine yapabildiğin şeylere odaklan demişti. Bir düşünelim bakalım...

El becerilerime nispeten güveniyorum. Tamir tadilattan biraz olsa anlarım. Biraz kibarım. En azından toplum içinde oturmasını kalkmasını biliyorum. Belki de benim isteğim tamamen toplum tarafından kabul görmektir. Bunun için çabalıyor da olabilirim bu fikir şimdi geldi bana. Dostum zihnimi açtı. Ne demişti daha? İyi şeylerine odaklan göreceksin iyi şeylerini de bulacaksın. Arayan belasını da bulur mevlasını da sözü örnek gibi geliyor. Arayan her şeyi bulur. Her sabah aynaya bakıp “Emirhan sen iyi bir insansın ve başarılısın. Bazen şansın yaver gitmiyor o kadar” demek gerekir belki de.

İnsanın istediğinde yapamayacağı şey yoktur. Yeter ki istesin. O gücün içimde bir yerde olduğunu biliyorum. Ben güçlü bir insanım. Başaracağım. Bu buhranı üzerimden atacağım. Şu an kendime söz veriyorum. İyi yönlerimi sürekli arayacağım. Ben iyi yönü ağır basan bir insanım. Özgüvenimi bunun sayesinde kazanacağım.

30 Haziran 2025 Pazartesi

Eskilerle Kafayı Yemek Değil, Onlarla Yaşamak



Çoğu insan bana sen eskilerle kafayı yemişsin diyor. Hakikaten de dinlediğim şarkılar, hayat tarzım, giyinişim, hatta ideolojilerim bile eskiye dair. Güncel bir şeyi pek sevemiyorum. Hepsi de bir dönem popüler şeyler aslında. Misal en çok dinlediğim müzik Anadolu Rock' tur. Belki 70'lerde yaşasaydım bu ne canım tıngır tıngır Türk Sanat Müziği varken bu şey dinlenir mi diyebilirdim. Ya da ABD'de yaşasaydım metal müzik için bu ne böyle caz varken dinlenir mi diyebilirdim. Çok düşünüyorum gerçekten de. Eskiye tutkum tarihsel bir şey olabilir. O müzikler dinlenirken o eşyalar kullanılırken o insanlar neler yapıyordu acaba, ne düşünüyorlardı diye düşürüm hep.

Kız arkadaşım bana şaka yollu dedesin sen der sürekli ama giyinişimde 70'ler havasını kendisi de sever. Çoğu insan beni dönemin anarşist üniversite öğrencilerine benzetir. Kalın bıyıklar, uzun fauller, sağa taralı hafif uzun saç gibi şeyler öyle gösteriyor. Benim hiç hoşuma gitmiyor düşük bel kot, çok renkli tişörtler giyemiyorum. Hala dedeler gibi atlet giymeden duramıyorum çünkü rahat hissedemiyorum.

Gene müziğe geri dönersek örnek veriyorum Tülay Özer'in İkimiz Bir Fidanız şarkısı öyle güzel tınılar ki insanın kulağında söz ve müziği Hakkı Bulut'a ait bu şarkı. Tülay Özer adeta 1975 yılında seslendirirken uçarcasına plağa kaydetmiştir sesini. Şarkının başında alkış sesleri ardından gelen hafif ney sesi birden giren bağlama insanı mest eder. Zaten Tülay Özer'in gayet de tatlı yumuşak bir sesi vardır. Nakaratta da o yüksek sesiyle gücünü belli eder zaten. Zaten Zerrin Özer'in de ablasıdır kendisi onun sesini de anlatmaya gerek yok sanırım. Hakkı Bulut bu şarkıyı nasıl yazdığını anlatır. Henüz daha liseye giderken başlamış şarkıyı yazmaya ardından evlendikten sonra da hanımıyla Hatay'da gezerken iki fidan görmüş onun üzerine konuşurlarken ilham gelip bugünkü halini almış şarkı. Hangi birini anlatsam eski şarkıların bir çok hikayesi var.

Edip Akbayram'ın Aldırma Gönül şarkısı, Hababam Sınıfı Tatilde filminde kullanılmıştır. Okul davayı kaybetmiş boşaltılması lazımdır. Tüm sınıf okulun boşaltılmasını izlerken İnek Şaban “Çamlıca Lisesi tamam” der tam o sırada bu şarkı “aldırma gönül aldırma” demektedir. Sonra ki sahnede kendilerine okul kurmaya karar verirler sıralar koyulup çadırlar kurulurken Edip Baba “dertlerin çıkmışsa şaha bir sitem yolla Allah'a” demektedir. Bize dert gelirse çözüm gelir bir şekilde demektedir belki de. Yani şarkılar hikaye biriktirdikçe anlamlanıyor bende.

Barış Manço' nun Gülpembe şarkısında ki soloyu nasıl atlarım ya da Erkin Koray'ın Fesuphanallah da ki arabesk tınıları. Müzik benim için ruhuma hitap etmeli. Ondan bir şey öğrenmeliyim, düşünmeliyim hissetmeliyim.

Yanlış anlaşılmasın her şeyin eskisi güzeldi demiyorum kesinlikle. Basit “ah keşke doksanlarda yaşasaydık aman ne güzeldi o yıllar” demiyorum. Başka bir yazımda da belirtmiştim. Doksanlarda eğlenceli şarkılar rengarenk kıyafetler vardı ama batık bankalar altı ayda bir düşen hükümetler kaos hakimdi. Seksenlerde vatkalı kıyafetler uzun aslan baş saçlar abartılı makyajlar vardı ama Kenan Evren Darbesi'nin akisleri hala meclis kürsüsünde hissediliyordu. Yetmişlerde hoş türküler yeni yeni Anadolu Rock müziği revaçtaydı ama sol sağ adı altında milletin birbirini kırması vardı. Atmışlarda Süleyman Demirel'in Adnan Menderes'in asılmasından mütevellit milletten aldığı intikam hakimdi. Ellilerde yine Adnan Menderes'in küçük Amerika olacağız diye Amerika'ya bizi peşkeş çekmesi vardı. Kırklarda İkinci Dünya Savaşı kapımızdaydı. Derdim eski romantikliği değil yani.

Elime diyelim ki bir eski tedavülden para geçti. Ufak bir bozukluk diyelim. Bununla neler alındı belki diye düşünmeden duramam. Bir çocuğa harçlık olarak verildi belki. Çocuk onunla koşa koşa bakkala gitti ve gofret ve şeker aldı neşeyle. Ya da verilen parayı beğenmedi veren kişiye küfretti çocuk aklı. Bu fikirler aklımdan hızla geçer gider. O paraya hikaye yazarım zihnimde.

Yine de teknoloji o kadar güzel bir şey ki hayatımıza bambaşka rahatlıklar katıyor. Elbette bizi tembelleştiriyor da olabilir bunu bilemeyiz. Gelecek yıllarda başımıza neler gelecek zevkle izliyor olacağım. Neler artık “nostalji” olarak anılacak göreceğiz.

28 Haziran 2025 Cumartesi

İlişkilerde Eşitlik ve Öğrenilen Dersler: Kendi Hikayemden



Kız arkadaşımla büyük bir kavga yaptıktan sonra birbirimize günümüzü dar ederek telefonu kapattık. Benim rahatlamaya tek yerim burası. Arkaya hüzünlü bir türkü açıp tuşlara basmaya başladım. Aslında dertleşmek istiyorum ama ilişkimi buraya döküp mahremiyete mugayir bir hareket yapmak istemem. Telefonda konuşurken arka arkaya dört beş sigara yaktım. Birbirimize haykırırken nefes verdiğim tek yer sigaramdan derin nefesler almaktı. Yapabileceğim tek şey buydu.

İlişkilerde iki tarafta bir yerde alttan almalıdır bence. Tabi ilişki tavsiyesi verecek boyutta bir insan değilim ama benimki tecrübe aktarmak. Başımdan bir ilişkimde geçen bir olay şöyle. Kıza deli gibi aşıktım. Ne derse yapıyordum. Bu iyi olsun kötü olsun. Yaşım on sekiz on dokuzdu. Hayata dair hiç bir tecrübem yoktu. Aşk nedir, sevgi nedir, saygı nedir pek bilmiyordum. İplerin hepsini o kızcağıza vermiştim. O da güç zehirlenmesinden olacak artık ilişkimiz zıvanadan çıkmıştı. Her gün çıkan kavgalar her gün beğenmediği bir şey oluyordu. İlginçtir hiç arkadaşımız yoktu. Dışarıya kapalı bir ilişkiydik. Okulda bizi görenlerle laflıyorduk ama kimse ile bu arkadaşımız diyeceğimiz kimse yoktu. Ta ki onun çevresinde bazı arkadaşlar olunca bir şeyler değişti. İlişkimizi sorgular olmuştu. O gün geldi. Ayrılmıştık. Dünyam başıma yıkılmıştı. Zaten tek dünyam oydu.

Bunu neden anlattım? O kızı unutamadığımdan değil. Buradan biraz ders çıkarmak adına anlattım diyelim. Bir kere ilişki içerisinde eşitlik kesinlikle önemli bunu anladım. Bir taraf sadece uymak zorunda değil. Hani devletler birbiri ile anlaşma yaparken eşitlik ilkesi içerisinde yapmazsa ilerde büyük sorunlar çıkar bunda tarihi örnek 1. Dünya Savaşı'dır. Galip devletler mağlup devletlere öyle zor anlaşmalar imzalattılar ki kimi bağımsızlığını zorla aldı Türkiye gibi kimisi de 2. Dünya Savaşı'nı çıkardı Almanya gibi.

İlişkide derbeder moda girmeye hiç gerek yok. “Beni sevmedin mi?” “yalan mıydı her şey?” gibi sorularla kendilerini alkole vuran insanları hiç anlamıyorum. Gerçi hali hazırda sevgilim beni terk etse derbeder olurum belki de.

Yine de herkese mutlu birliktelikler diliyorum. Herkes mutlu olsun istediği ilişkiler yaşasın.


Bir Millet Meselemiz Var

  Sokağa çıktığınızda eğer kenar mahallelerden birinde yaşıyorsanız Suriyelisi, Afgan'ı, Pakistanlısı, Rus'u, Özbek'i sayısız m...