Birkaç aydır
işsizliğin verdiği boşlukla kendime hedef aramaya başladım.
Bunun için çok büyük bir karar aldım ve tarih bölümüne geri
dönmeye karar verdim. Benim için büyük bir karardı zira tarih
bölümü benim bir zihin doluluğun, bıkkınlığın, başarısızlığın
kanıtı gibiydi. O bölümde çok şey öğrenmiştim ama çok şey
kaybetmiştim. En büyük kaybettiğim şey zamandı. Ergenliğimi
gençliğimi o sıralarda yemiştim bir çok şeye geç kalmıştım.
Okumaya nasıl karar
verdiğime başlayalım. Çocukluktan beri ansiklopedi okumayı çok
severim. Bir çok kişinin gazete kuponlarıyla aldığı koca koca
ansiklopedileri vardır illa ki. Ben de onların büyüsüne
kapılmıştım açıp açıp okuyordum. Hatta ablam bu alışkanlığımı
görmüş ileriki yıllarda “çok büyük bir bilim insanı
olacağını hayal etmiştim” demişti. Halbuki sadece merakımı
gideriyordum. En çok sevdiğim konular uzay konularıydı. Ancak
şöyle bir sorun vardı ansiklopediler 80'lerde basılmıştı ve
biz 2000'li yıllardaydık. Yani bir nevi tarih okuyordum. Uzay
konularını okurken orada Sovyetler Birliği ve ABD arasında geçen
uzay savaşlarını Sovyetlerin nasıl bu savaştan galip geldiğini
anlatıyordu. O küçük yaşımda tarihi bir belge okuduğumu idrak
etmiştim. Tarihi yavaş yavaş sevmeye başlamıştım.
Bir gün elime Çanakkale
Savaşlarını anlatan bir kitap geçmişti çok etkilenmiştim.
Orada yaşanan kahramanlığı, dramı kitabı okurken hissediyordum.
Üstüne bir de okulumuz Çanakkale gezisine götürünce ayrı bir
etkilenmiştim. Ardından tarihsel hikayeler anlatan kitaplara
yönelmiştim bir şekilde. İlk okulda ben ve bir arkadaşım Nutuk
okuma iddiasına girmiştik ilk kim bitirecek diye. Bu arada evimize
bilgisayar ve internet gelmişti günlerimi tarihi olayları
araştırarak geçiriyordum. Atatürk, Yavuz Sultan Selim, Fatih
Sultan Mehmet, II. Mahmut gibi önemli şahsiyetleri araştırıyordum
sürekli. Evde aileme sofrada otururken tarihi olayları anlatıyordum
sürekli annem zevkle dinlerdi bir yandan da “oğlum yemeğin
soğuyacak ye artık” derdi.
Yavaş yavaş büyümeye
ergenliğime girmeye başlamıştım. Artık üniversite zamanı
gelmişti. Kafamda imam hatip okuduğum için ilahiyat mı okusam
vardı. O yıllarda sağlam bir şeriatçıydım. Şimdilerde bunu
yazarken bile gülüyorum. Aşağılık salak. Sana mı kaldı İslami
düzeni getirmek bağnaz pezevenk. Tercih günü gelmişti o zamanlar
okulda yapıyorduk tercihleri. Boş bir masaya oturdum birden
beynimde şimşek çaktı. Tarihi çok seviyordum neden tarih
yazmayayım? Birden kendimi Marmara Bölgesinde ki tüm tarih
bölümlerini yazarken buldum. İki saniyelik kararla hayatımın
şimdiye kadar ki 12-13 senesini etkilemiştim. O yıllarda insanın
aklı almıyor. Tercih kağıdımı hocama verdiğimde gülüyordum
ama.
Kayıt günü geldi hala
o kayıt olduğuma dair belgeyi saklıyorum. 2 Eylül 2013 kayıt
olduğum tarihti. Uludağ Üniversiteliydim. Okulun ilk gününü
hatırlıyorum. İlk ders Kültür Tarihi'ydi. Nilüfer Alkan Günay
dersimizin hocasıydı. Fakülteyi sınıfı bulacağım diye kan ter
içinde derse son dakika girmiş en arka sıraya oturmuştum. Bir
dakika sonra hoca girmişti. Bir şeyler anlatıyordu ama
anlamıyordum. Baya üniversiteydi nasıl not alınırdı ki. Hoca
anlatırken yazmak lazımmış yaşım on sekiz daha ben lisede not
alamazken nasıl üniversitede dersi anlayayım. Sonraki ders Eski
Çağ Tarihi'ydi hocamız Kamil Doğancı idi. Şiir gibi ders
anlatır lise talebesi gibi not tuttururdu. O söyler biz yazardık.
O derste not sorunum olmadı hiç.
İlk aşkımla cuma günü
karşılaşmıştık. Kısa bir tanışma sonrası açılmıştım
hayatım değişmişti. Bir sene sürmüştü. O sayede derslerden
baya geri kalmıştım ilk dönem tüm notlarım sadece bir ders
hariç FF'ti. BA olan dersim Osmanlıca dersiydi. O da imam- hatip
sağ olsun.
Otostopla ülkeyi
gezmeye çıkmıştım. Saçlarımı uzatmıştım. Bir nevi hippi
gibi dolaşıyordum. Metal müzik hayatıma yön veriyordu. Küçük
kısa süren bir grubum dahi vardı. Not tutmayı da öğrenmiştim
derste ses kaydı alıyordum sonra onları yazıya döküyordum. Bir
nevi stenograf gibi zabıt katibi olmuştum. En ön sırada
oturuyordum artık.
Derslerim hala içler
acısıydı hem çalışıp hem okumaya çalışıyordum. Parasızlık,
sefalet, pislik almış başını gitmişti. Para olmadığı için
kiloyla arap sabunu alıp onunla duş alıyordum. Yıllar yılları
kovaladı üç tane rektör görmüştüm. Kamil Dilek, Yusuf Ulcay
ve Ahmet Saim Kılavuz. Hepsiyle konuşma fırsatım oldu okulun
yemekhanesinde çalışıyordum ve oraya geliyorlardı. Gedikli
öğrenci olduğum için aşağı yukarı tanınıyordum. Hocalar
beni arar “Emirhan derse geliyor musun?” “Evet hocam çıktım
şimdi yoldayım.” “Tamam oğlum benim falanca yerde toplantım
var odamın anahtarı paspasın altında alırsın masada notlar var
dersi anlat üstün körü geç ben haftaya telafi yaparım” gider
dersi anlatırdım. Anasını satayım ben geçemezdim o dersten.
Yedi kere aldığım bir Selçuklu Tarihi var ki evlere şenlik.
Nefret ederim bugün bile o konudan. Gram bilgim yoktur o dönem
hakkında. O derste üç hoca değişti. Sonuncusu felaketti. Şimdiki
aklım olsa o iki hocadan dersi verir geçerdim nerden bileyim. Son
hocamız Mehmet Tezcan'dı. Derya deniz bir adam ama dersi doktora
düzeyinde veriyordu. Biz lisans öğrencisiydik. Bize edisyon kritiği
anlatıyordu. Babacım biz dipnotta daha “a.g.e.” gören
insanlarız ne yapacağız edisyon kritiği.
Sekiz senemi verdiğim
Uludağ Üniversitesi'ni Covid zamanı askere gideceğim diye
dondurup daha da dönmedim. Böylelikle örgün öğrenimim son
buldu. Bu aralar yukarıda da dediğim gibi tekrar dönmek tarihin
derinliklerine dalmak istiyorum. Ne yapabilirim aklımda pek bir şey
olmasa da tekrar o yıllara dönmeden dertsiz tasasız bitirmek tek
dileğim.