✍️ Kaldığım Yerden Yazılar

Bu blog suskunluğu yırtmaya çalışan birinin özgür olduğu bir yerdir.
lütfen evinde hisset, hoş geldin.

17 Haziran 2025 Salı

Çocukluk Arkadaşım: Görünmeyen Yaraların Sessiz Tanığı

 




Bugün bir arkadaşımdan bahsetmek istiyorum. Kendisini çok fazla iyi tanırım. Uzun yıllardır beraberiz çocukluk arkadaşım. Hayatının her anına her dakikasına şahidim tabir-i caizse. Oldukça kibar kırılgan bir çocuk kendisi. İlk okulda kendisini sürekli gördüğümde yalnız takılır. Kendi başına gezer dolaşırdı. Yalnızlığı çok severdi. Bunda etrafında ki insanların aralarına almamaları vesile mi bilmiyorum. Ama sürekli tek tabancaydı. Gerçi düşününce sınıfımızda ki çocuklar onu sürekli zorbalar aşağılardı dalga geçerdi. Ez kaza bir grup ile sohbet edebilse zaten sürekli alay edilip aşağılanırdı. Halbuki kendisinde çocukların dalga geçeceği bir özellik de yoktu. Ne çok kiloluydu ne de garip bir hali. Yalnızca gözlüklüydü. Ama ilginçtir bu özelliği ile hiç dalga geçildiğini görmedim. Safça bir çocuktu her şeye inanırdı. Eğlenceli çocuktu aslında çok ilginç bilgilere sahipti. Mesela Soğuk Savaş Döneminde Uzay Savaşları sırasında aya ilk defa köpek gönderildiğini ondan öğrendim. O zaman da internet olmadığı için en çok sevdiği şey olan ansiklopedi okuyup öğrenirdi. Buna rağmen kendisine sürekli geri zekalı ve salak derlerdi. Artık içselleştirmişti iyice salak olduğunu düşünüyordu. Durduk yerde ben zaten salağım falan derdi. Kimliği haline gelmişti o. En büyük korkusu matematik dersinde öğretmenin tahtaya kaldırmasıydı. Grupça çıkardık tahtaya öğretmen tahtayı üçe bölerdi. Herkese bir soru yazardı. Herkes sırayla çıkardı sıra bu arkadaşa geldiğinde çakılır kalırdı sıra devam ederdi o arkadaş hala dikilirdi tebeşiri dahi oynatamazdı çünkü matematiği zayıftı. Sıra akar gider o öylece dururdu. Kafasından geçen cümlelere hakimim biliyorum. O sırada keşke burda ölsem ya da öğretmen yeter çık artık desin tebeşiri elimden alsın da gideyim bitsin bu azap dediğine eminim. Hatta diğer çocukların ona geri zekalı dediğini düşünüyordur ve zaten geri zekalıyım ben çıkarmasa keşke tahtaya dediğini adım gibi biliyorum. Sıra bitip artık tek başına kaldığında artık öğretmenimiz adını seslenir “ne o gene yapamadın mı derdi” yumruklarımı sıkardım. O da her zaman ki suçlu yüz ifadesini takınıp evet öğretmenim derdi. Öğretmen anlatmaya başlardı ama çok sesini yükseltirdi. Eli kolu sinirini belli ederdi. Sözde konuyu öğretiyor ama sanki küfür ediyordu.

Sınıfımızda ki çocuklar o arkadaşımızı sık sık aralarına alıp döverlerdi. Cılız bir çocuktu onlara gücü yetmezdi zaten. Ancak zaten ona öyle “biz güçlüyüz her istediğimizi yaparız” cümlesini aşılamışlardı ki gücü yetse dahi yapabileceğini sanmıyorum. Zaten karakteri de öyle bir insan değildi. Bir gün yolda yürürken karınca yuvasına bastığında çocukluk hali oturup ağlamıştı. Bir gün hiç unutmuyorum ortalarına almışlar birbirlerine atıyorlardı. Soranlara top bulduk tenis oynuyoruz demişlerdi. Arkadaşımın aklından geçen “ne güzel eğleniyoruz işte” olduğuna eminim. Çünkü kendisini hiç değerli saymıyordu. Öyle kabul etmiş öyle bir durum haline gelmişti ki şu saçma sözü ağzından kulaklarımla duydum “ bugün hiç beni dövmediler çok garip hissediyorum sıkıldılar mı acaba” orada başkası olsa ağzının ortasına vururdu. Gerçi zaten anladığı da oydu. O zamanın bir çocuğu için ilginç kelimeler biliyordu bunları sınıfta söylediğinde “aaaa küfür etti” diye haykırılır koşa koşa öğretmene gidilip şikayet edilirdi. Öğretmen de anlamadan dinlemeden basardı tokadı. Gariptir ki ailesine de hiç bahsetmezdi okulda olan biteni. Öğretmenimiz sıkı sıkı tembihlerdi. “Okula velileriniz gelmesin uğraşamam onlarla” derdi. Zaten hiç sorun çıkarmayı seven bir çocuk değildi. Ne derlerse eyvallah diyordu. En büyük hayali ilköğretimin bitmesiydi. O bitince zulmü de bitecekti aklı sıra. Ama kendisini değiştirmemişti fikriyatında sağlıklı ilişki kurmayı bilmiyordu. İlerleyen yaşamında ne yapacaktı? İlköğretim bitse de hikaye yeni başlıyordu.

Liseyi de beraber okuduk. Lise de bir özgüven geldi buna yarışmalara, etkinliklere katılıyordu. Ama hala o içinde ki o yaralı çocuğu tanıyordum. Hala yalnız geziyor teneffüste sırada oturup kitap okuyordu. Arada aşık olduğu bir kaç kızdan bahsediyordu. Hatta cesaretini toplayıp açılmıştı da. Ama çok yakışıklı bir çocuk değildi özgüvenli bir çocuk da değildi. Yani hep reddederlerdi. Garibim onlara içini dökmek için sürekli yazı yazardı. Onları saklıyordu hatta, sonra yok ettiğini biliyorum. Etrafından kabul görmedikçe daha çok içine kapandı. Daha da yalnızlaştı. Hala dersleri kötüydü. Ama anlıyorum etrafında sürekli ona geri zekalı diyen birileri muhakkak oluyordu. Bu da onu kabul ediyordu. İçinde fırtınalar koptuğunu biliyordum. Bizim onunla dostluğumuz bir kaç kelime bir kaç kaş göz hareketiydi. Her şeyi anlardık. Ruhunun daraldığını işe yaramaz hissettiğini biliyordum. Bana bir kaç kez “gerçekten aptalım galiba bu kadar insan yalan konuşamaz” diyordu. On sekiz yaşında artık dayanamadı psikiyatriye gitmeye karar verdi. Gittiği doktor ilaç verip yollamış üzülmüştü. İlk kez ruhumu açmak istedim demişti. Çok da üzerine düşmedi zaten sonra.

Kader bu ya üniversiteye de beraber gittik. Aynı okul aynı bölüm. Çok severdi okuduğumuz bölümü. Araştırmayı, okumayı, yazmayı... Hayatının aşkını görmüştü orda. İlk kez aşık olmuştu. Eve yürürken ıslık çalıyordu, türkü söylüyordu delirmişti çocuk. Hiç bu kadar mutlu görmemiştim onu. Kız buna gayet iyi şekilde yaklaşıyordu. Sağlıklı insanların ilişkilerinde olduğu gibi... Ama benim arkadaşımın hiç bir sağlıklı ilişkisi olmamıştı. Kıza ne yaptıysa artık bir sene gibi bir sürede kız bunu terketti. Dünya başına yıkılmıştı. Dünyanın sonu gelmişti sanki. Baya bir bocaladı. Sonra nasıl olduysa kendimize başka bir arkadaş grubu bulmuştuk. Onlar da bizi çok sevdiler yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi. Ama grupta mahsundu gene benim arkadaşım. Dalga konuları gene benim arkadaşım olurdu. Konu gene döner dolaşır bir şekilde başına gelen bir olaydan dalga geçilirdi. Tüm gruptaki insanların doğum günleri etraflıca düşünülmüş şatafatlı kutlanırken benim arkadaşımın ki genelde basit sıradan geçiştirmelerle kutlanırdı. Arkadaşım onları çok severdi biliyorum çünkü kendine bir kimlik, bir aidiyet arardı. Okulu da bitiremedi zaten bıraktı gitti.

Sürekli bir arayış içindeydi insanları hala tanımıyor. Bana dediği “keşke insanların ne düşündüğünü bilsem söylediğim cümlelerin nereye vardığını bilsem” derdi. Sohbet etmeye bayılır, bilgi vermeye, anlatmaya bayılır. Ama insan ilişkileri rezalettir. Sağlıklı ilişki kuramaz. Eğer sağlıklı kurmuşsa da ne yapar eder eline yüzüne bulaştırır. Sanırım bundan zevk alıyor. Her şeyi ama her şeyi unutur. Önem vermediğini düşünebilir insanlar ama aklında tutamadığı içindir bu. Kız arkadaşıyla bir kavga etmişse on dakika sonra yine yapar o hatayı çünkü unutuyor.

Şu aralar büyük bir işsizlik yaşıyor buhranlı bir dönemde. Borç harç aile baskısı ayyuka çıkmış durumda. Biliyorum cebinde bir lirası yok kahve ısmarladığımda büyük buhrana giriyor büyütüyor ben en yakın zamanda vereceğim diyor. Çünkü hissediyorum kendisini eksik, hatta sakat bir insanmış gibi düşünüyor. Bir grup içinde konuşurken kendisini geri çekiyor oraya ait hissetmiyor çünkü ruhu arabesk. İntihar etmek istiyorum bazen diyor. Yıllar önce evine çat kapı gittim anahtarı vardı bende. Çıkmış cama ağladığını gördüm. Biliyorum asla onda o güç yok. “Hayatında ne becerdin ki intiharı becereceksin” dedim indi. “Yaptığın her şey yarım. Hiçbir şeyi sonuna kadar yapmadın. Elinde becerdiğin ve benim eserim dediğin ne var” dedim. Haklısın dedi. Aslında mücadeleci olduğunu biliyorum. Sürekli çıkar yol arıyor. Ama mücadele etmeyi bilmiyor. Nasıl edeceğini nereden başlayacağını bilmiyor. Hata yaptığında nasıl düzelteceğini bilmiyor. Hiçbir şey bilmiyor. “Hayat çok basit olsaydı keşke her şeyin bir neden sonuç ilişkisi olsaydı keşke” der sık sık. İki sorunla asla baş edemez. Eğer aynı anda iki sorun gelirse ölümdür onun için. Kilitlenir kalır. Sürekli kaçmıştır büyük sorunlardan. Mücadeleci demiştim az evvel değil mi? Başlayıp bitirdiği ömründe bir askerlik var işte. O da devlet zorla gönderiyor bitirene kadar başında bekliyor. Bunu geçenlerde itiraf etti. “askerlik gibi olsa hayat keşke emirler ve direktifler olsa biz hiç düşünmek zorunda kalmasak” dedi. Hayatı hayat yapan bu değil mi zaten. Hayat kesinlikle kolay değil. Bize çok kolay gelen şeyler bu arkadaşımın özelinde olduğu gibi çok zor olabiliyor. Hayatı gerçekten bilmiyor. Hayata dair yeni bir şey öğrendiğinde “bana bu tecrübe olsun böyle miymiş bu” diyor ama köşeyi dönüp devam ettiğinde aklından tamamen çıkıyor. Adam daha yaşadığı mahallede navigasyonla geziyor bırak hayatı öğrenmeyi. Çünkü öğrenemiyor akılda tutamıyor.

Ruhunun tamamen bir enkaz olduğunu biliyorum. Hayatına giren her insan ama bilerek ama bilmeyerek derin izler, yaralar bıraktı. Bunları anlatmayı da bilmiyor. Ah! Bir anlatsa. Bana bazen “keşke beynime biri girse benim dahi bilmediğim şeyleri bir bir görüp bana anlatsa” der. “kendimi birinin bana anlatmasını o kadar çok isterdim ki” der sık sık. Nerde nasıl davranmasını bilmez mesela. Çok kızarım o kadar çok bağırarak konuşur ki. Uyardığımda çok mahcup olur yüzü kızarır. On dakika sonra gene başlar. Biliyorum bilerek yapmıyor.

Tek emin olduğu şey öldükten sonra nasıl bir insan olduğunu hayatta neler yaptığını yüce yaratıcının tartısında öğreneceği günü iple çekiyor. Bir gün umarım istediği gibi bir hayat yaşar, mutlu olur. Sevdiği dostlarını kız arkadaşını hep yanında görür umarım. Kendine huzurlu bir hayat dilemekten başka yapabileceğim hiç bir şey yok maalesef.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yetmişli Yıllar: Türkiye’nin Ateşle İmtihanı

  Türkiye çok zor zamanlardan geçmiştir. Kurtuluş Savaşı, Büyük Buhran, 2. Dünya Savaşı, ekonomik krizler bunalımlar derken sayısız krizle...