İşten çıktım.
Patronla kavga etmiştik. Bugün imzaladığım bir belgeye,
dalgınlıkla dünün değil de 12.05.1987
tarihini atmışım. Yine bağırıyordu. Bu sefer başımı öne
eğmedim. Yetti artık dedim paltomu aldım çıktım işsizdim şu
an. Boş boş yürüye yürüye akşamı etmiştim. Yolumu uzattım.
Kartal sahil yolu daha yeni yapılmıştı. Denizi büyük kayalarla
dolduruyorlardı, ilk kez böyle bir şeye şahit oluyordum. Denizi
doldurmak… Bir insan hayatında kaç kere görür ki böyle bir
şeyi? “Nasıl olmuş” diye merak ettim. Sahilden geçip durağa
öyle varacaktım.
Otobüs gelmek bilmedi. Saat epey geç olmuştu,
hava kararmıştı. Herkes birer ikişer gelip bindi, gitti. En
sonunda ben ve hırpani kılıklı, boyca bana benzeyen, yaşına
göre dinç sayılabilecek bir amca ile kaldık baş başa. Adamdan
korkmadım değil ama sakin birine benziyordu. Derin bir nefes verip
bana soru sorması sessizliği bozmuştu. “evladım,
saati söyler misin?” “on
bire geliyor, amca.” “teşekkür ederim. İnsanlar saati sormak
için birbirlerine bakıyorlar. Şimdilerde artık bileklerinde saat
taşıyorlar. Adım sayıyor senin için ama boşa, sanki.” içimden
geçirdim: Adım
sayan saat mi? O ne demek öyle? Belli ki amca ya sarhoş ya deli.
Benim boş boş baktığımı anladı ve devam etti "deli
olduğumu düşünme şimdilerde insanlar en ufak buhranlarında
psikiyatristlere koşuyorlar tonlarca para ödüyorlar sayısız
antidepresan kullanıyorlar" "psikiyatri ne amca?"
"ruh doktoru, insanların bunalımları bir moda oldu. kendini
depresyon adı altında farklı göstermeye çalışıyor"
Amca kafamı karıştırmıştı neler söylüyordu. Merak da sarmıştı beni acaba neredendi bu insan kimdi neciydi? Sanki şaşırmamışcasına konuşmaya devam ettim konuyu değiştirmek istedim en azından saçma sapan konuşup kafa ütülemezdi. “havalar da bayağı serin oldu amca sanki?” “haklısın bayağı serin gerçi kar bile yağmaz oldu İstanbul'a artık. Arabalar arttı yüksek gökdelenler çoğaldı kar İstanbul'a küstü.” Durdu ardından sakince devam etti. “eskiden yollarda sık sık buzlanma kazaları oluyordu. Boğaza yapılan üçüncü köprüde hiç kaza olmuyor.” iyiden iyiye sarhoş olduğuna emindim gerçi konuşurken ağzı kaymıyordu ama saçmalıyordu anlattıkları hayal ürünüydü şu an ikinci köprü inşaatı güç bela yapılıyor. Artık bu morukla dalga geçmek istiyordum. “oldu olacak denizin altından da yol geçse değil mi?” “doğru ya Avrasya Tüneli girişinde sık sık trafik oluyor. İnsanlar karşıya geçmeye çalışırken.” Denizin altından tünel mi? Çok garip geçenlerde başbakan bununla ilgili bir şeyler söylemişti amca gelecekten mi geliyor acaba dedim içimden. Söyledikleri ilgimi çekmeye başladı en azından otobüs gelene kadar biraz eğlenirdim. “otobüs gelmedi hala keşke bir şey olsa da oyalanabilsek. Ne bileyim şuracıkta bir televizyon olsa seyretsek. Gerçi elektriği nereye takacağız değil mi?” Amcadan gene ütopik bir şey bekliyordum dese ya insanlar televizyonlarını ceplerinde taşıyacaklar diye. Amma komik olurdu. Dediklerimi sanki içine çekmiş gibi derin nefes aldı konuşmaya başladı. Sanki içimdekileri okumuştu. “insanlar artık telefonda her şeyi yapabiliyorlar eskiden masamızın üzerinde duran telefon insanların bir uzvu haline geldi. Dediğin gibi televizyon bile seyredilir oldu.” Vay be demek masadaki telefondan televizyon seyredeceğiz. O şeyde bir şekilde ekran olacak demek ki. Devam ettim. “eee o telefon daha neler yapıyor?” “neler yapmıyor ki insanlar ellerinde o telefonda sürekli haberlere bakıyor eskiden günlerce konuşulan bir haber artık saniyelik konuşulup geçiyor. İnsanlar başları sürekli öne eğik sağa sola yürürken birbirlerine bakmıyor. Sadece birbirlerine bir kaç kelime yazıyor.”
İyiden iyiye bunalmıştım. Otobüsün gelmemesi amcanın sanki gelecekten bahsetmesi sinirimi bozmuştu. Cebimden çıkarıp bir sigara yaktım. Amca sigarama bakıp gülümsedi. “Hala Samsun mu içiyorsun?” dedi. Hoppala amca bunu nerden biliyordu. Ermiş miydi neydi? “amca sen nerden biliyorsun” dedim. Umursamazca omuzlarını silkti. “evlat yıllardır buralardayım gördüm seni.”
Amca belli ki tanıyordu beni acaba kimdi? Boş boş etrafa bakıp düşünüyordum ki sessizliği yine o bozdu. “Bugün kağıda bugünün tarihini attın da istifa ettin ya ben de aynısını yapmıştım. Aynı dalgınlık aynı öfke aynı istifa” şaşkınlıkla döndüm gözlerine baktım. “ne diyorsun amca?” Gülümsedi sadece, yorgun bir gülümseyiş. “o gün ben de sahile kadar yürüyüp burada otobüs bekledim. Aynı yerde aynı saatte. Dönüp kendimi uyaramadığım her gece için bir pişmanlık bıraktı geriye.” Ne diyordu bu adam? Aynı hata mı aynı istifa mı? Kafamda düşünceler çarpışıyordu. “eve gittiğimde karımla kavga ettim. Yetti artık sorumsuzluğun demiş beni terk etmişti. Sonraları alkol dostum oldu. Günde iki paket sigara içiyordum. En çok içimden konuşan sesi susturabilmek için.” kafam allak bullak oldu. Otobüsün gürültüsü kendime getirdi. Kalktım kaldırımın ucuna geldim geri dönüp amcaya baktım. Dediği şey daha da garipti “Yarın sabah baştan başla, sakinliğini koru, sakın üstüne gelmesin bir şeyler. Benim yapmadığımı sen yap” otobüse adım attım. Amca durakta kalmıştı, beynim uğulduyordu cam kenarı bir koltuğa yığılırcasına oturdum. Camın arkasından amcaya dikkatli bakmaya başlamıştım. Gözleri bana çok tanıdık geldi. Evet her gün aynada gördüğüm gözler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder