✍️ Kaldığım Yerden Yazılar

Bu blog suskunluğu yırtmaya çalışan birinin özgür olduğu bir yerdir.
lütfen evinde hisset, hoş geldin.

7 Temmuz 2025 Pazartesi

Tarihi Bıraktım, Ama Tarih Beni Bırakmadı



Birkaç aydır işsizliğin verdiği boşlukla kendime hedef aramaya başladım. Bunun için çok büyük bir karar aldım ve tarih bölümüne geri dönmeye karar verdim. Benim için büyük bir karardı zira tarih bölümü benim bir zihin doluluğun, bıkkınlığın, başarısızlığın kanıtı gibiydi. O bölümde çok şey öğrenmiştim ama çok şey kaybetmiştim. En büyük kaybettiğim şey zamandı. Ergenliğimi gençliğimi o sıralarda yemiştim bir çok şeye geç kalmıştım.

Okumaya nasıl karar verdiğime başlayalım. Çocukluktan beri ansiklopedi okumayı çok severim. Bir çok kişinin gazete kuponlarıyla aldığı koca koca ansiklopedileri vardır illa ki. Ben de onların büyüsüne kapılmıştım açıp açıp okuyordum. Hatta ablam bu alışkanlığımı görmüş ileriki yıllarda “çok büyük bir bilim insanı olacağını hayal etmiştim” demişti. Halbuki sadece merakımı gideriyordum. En çok sevdiğim konular uzay konularıydı. Ancak şöyle bir sorun vardı ansiklopediler 80'lerde basılmıştı ve biz 2000'li yıllardaydık. Yani bir nevi tarih okuyordum. Uzay konularını okurken orada Sovyetler Birliği ve ABD arasında geçen uzay savaşlarını Sovyetlerin nasıl bu savaştan galip geldiğini anlatıyordu. O küçük yaşımda tarihi bir belge okuduğumu idrak etmiştim. Tarihi yavaş yavaş sevmeye başlamıştım.

Bir gün elime Çanakkale Savaşlarını anlatan bir kitap geçmişti çok etkilenmiştim. Orada yaşanan kahramanlığı, dramı kitabı okurken hissediyordum. Üstüne bir de okulumuz Çanakkale gezisine götürünce ayrı bir etkilenmiştim. Ardından tarihsel hikayeler anlatan kitaplara yönelmiştim bir şekilde. İlk okulda ben ve bir arkadaşım Nutuk okuma iddiasına girmiştik ilk kim bitirecek diye. Bu arada evimize bilgisayar ve internet gelmişti günlerimi tarihi olayları araştırarak geçiriyordum. Atatürk, Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmet, II. Mahmut gibi önemli şahsiyetleri araştırıyordum sürekli. Evde aileme sofrada otururken tarihi olayları anlatıyordum sürekli annem zevkle dinlerdi bir yandan da “oğlum yemeğin soğuyacak ye artık” derdi.

Yavaş yavaş büyümeye ergenliğime girmeye başlamıştım. Artık üniversite zamanı gelmişti. Kafamda imam hatip okuduğum için ilahiyat mı okusam vardı. O yıllarda sağlam bir şeriatçıydım. Şimdilerde bunu yazarken bile gülüyorum. Aşağılık salak. Sana mı kaldı İslami düzeni getirmek bağnaz pezevenk. Tercih günü gelmişti o zamanlar okulda yapıyorduk tercihleri. Boş bir masaya oturdum birden beynimde şimşek çaktı. Tarihi çok seviyordum neden tarih yazmayayım? Birden kendimi Marmara Bölgesinde ki tüm tarih bölümlerini yazarken buldum. İki saniyelik kararla hayatımın şimdiye kadar ki 12-13 senesini etkilemiştim. O yıllarda insanın aklı almıyor. Tercih kağıdımı hocama verdiğimde gülüyordum ama.

Kayıt günü geldi hala o kayıt olduğuma dair belgeyi saklıyorum. 2 Eylül 2013 kayıt olduğum tarihti. Uludağ Üniversiteliydim. Okulun ilk gününü hatırlıyorum. İlk ders Kültür Tarihi'ydi. Nilüfer Alkan Günay dersimizin hocasıydı. Fakülteyi sınıfı bulacağım diye kan ter içinde derse son dakika girmiş en arka sıraya oturmuştum. Bir dakika sonra hoca girmişti. Bir şeyler anlatıyordu ama anlamıyordum. Baya üniversiteydi nasıl not alınırdı ki. Hoca anlatırken yazmak lazımmış yaşım on sekiz daha ben lisede not alamazken nasıl üniversitede dersi anlayayım. Sonraki ders Eski Çağ Tarihi'ydi hocamız Kamil Doğancı idi. Şiir gibi ders anlatır lise talebesi gibi not tuttururdu. O söyler biz yazardık. O derste not sorunum olmadı hiç.

İlk aşkımla cuma günü karşılaşmıştık. Kısa bir tanışma sonrası açılmıştım hayatım değişmişti. Bir sene sürmüştü. O sayede derslerden baya geri kalmıştım ilk dönem tüm notlarım sadece bir ders hariç FF'ti. BA olan dersim Osmanlıca dersiydi. O da imam- hatip sağ olsun.

Otostopla ülkeyi gezmeye çıkmıştım. Saçlarımı uzatmıştım. Bir nevi hippi gibi dolaşıyordum. Metal müzik hayatıma yön veriyordu. Küçük kısa süren bir grubum dahi vardı. Not tutmayı da öğrenmiştim derste ses kaydı alıyordum sonra onları yazıya döküyordum. Bir nevi stenograf gibi zabıt katibi olmuştum. En ön sırada oturuyordum artık.

Derslerim hala içler acısıydı hem çalışıp hem okumaya çalışıyordum. Parasızlık, sefalet, pislik almış başını gitmişti. Para olmadığı için kiloyla arap sabunu alıp onunla duş alıyordum. Yıllar yılları kovaladı üç tane rektör görmüştüm. Kamil Dilek, Yusuf Ulcay ve Ahmet Saim Kılavuz. Hepsiyle konuşma fırsatım oldu okulun yemekhanesinde çalışıyordum ve oraya geliyorlardı. Gedikli öğrenci olduğum için aşağı yukarı tanınıyordum. Hocalar beni arar “Emirhan derse geliyor musun?” “Evet hocam çıktım şimdi yoldayım.” “Tamam oğlum benim falanca yerde toplantım var odamın anahtarı paspasın altında alırsın masada notlar var dersi anlat üstün körü geç ben haftaya telafi yaparım” gider dersi anlatırdım. Anasını satayım ben geçemezdim o dersten. Yedi kere aldığım bir Selçuklu Tarihi var ki evlere şenlik. Nefret ederim bugün bile o konudan. Gram bilgim yoktur o dönem hakkında. O derste üç hoca değişti. Sonuncusu felaketti. Şimdiki aklım olsa o iki hocadan dersi verir geçerdim nerden bileyim. Son hocamız Mehmet Tezcan'dı. Derya deniz bir adam ama dersi doktora düzeyinde veriyordu. Biz lisans öğrencisiydik. Bize edisyon kritiği anlatıyordu. Babacım biz dipnotta daha “a.g.e.” gören insanlarız ne yapacağız edisyon kritiği.

Sekiz senemi verdiğim Uludağ Üniversitesi'ni Covid zamanı askere gideceğim diye dondurup daha da dönmedim. Böylelikle örgün öğrenimim son buldu. Bu aralar yukarıda da dediğim gibi tekrar dönmek tarihin derinliklerine dalmak istiyorum. Ne yapabilirim aklımda pek bir şey olmasa da tekrar o yıllara dönmeden dertsiz tasasız bitirmek tek dileğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yetmişli Yıllar: Türkiye’nin Ateşle İmtihanı

  Türkiye çok zor zamanlardan geçmiştir. Kurtuluş Savaşı, Büyük Buhran, 2. Dünya Savaşı, ekonomik krizler bunalımlar derken sayısız krizle...