Türkiye çok zor
zamanlardan geçmiştir. Kurtuluş Savaşı, Büyük Buhran, 2. Dünya
Savaşı, ekonomik krizler bunalımlar derken sayısız krizler
yaşamıştır. Ama bir süreç var ki o süreçte Türkiye'nin büyük
kanayan yarası olmuş yıllarca devam etmiştir. Siyasiler de bu
yarayı kapatmak yerine iyice kanatmışlardır. Her gün olan siyasi
ölümler, suikastlar, kavgalar, adam kaçırmalar, soyulan bankalar
sağ-sol davaları... Türkiye'nin yetmişli yıllarına gidelim
beraber.
Bu süreci anlatabilmek
için biraz gerilere gitmeliyiz öncelikle. On yıl kadar geriye. 27
Mayıs 1960 darbesi yapılmış ordu sokağa inmiştir. Ancak
kendilerinden beklenmedik şekilde 1961 yılında öyle bir anayasa
çıkarılmıştır ki Türkiye o döneme kadar böyle bir özgürlükçü
bir anayasaya ile yönetilmemiştir. Bugün bile öyle bir anayasaya
sahip değiliz. Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına
alınması, anayasa mahkemesinin kurulması yargı bağımsızlığı,
sendikalar, grev hakkı, üniversite özerkliği getirilmiştir. 27
Mayıs darbesinin önemli isimlerinden biri olan Cemal Madanoğlu
üniversite hocalarına danışarak bir anayasa hazırlanmasını
istemiştir. Bu hocalar; İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
mensupları Sıddık Sami Onar, Naci Şensoy, Hüseyin Nail Kubalı,
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Tarık Zafer Tunaya gibi isimler
anayasayı hazırlamışlardır. Başbakan Nihat Erim bu anayasa için
Türk Milletine bir gömlek büyük gafını yapmıştır.
Yetmişli yıllarda ki
büyük sağ- sol çatışmasının kalbi üniversitelerde atmıştır.
Bunun yine sebebi az önce bahsettiğim üniversite özerkliğidir.
1961 anayasası üniversitelere özerklik vermiş özgürlüklerini
savunmuştur. Tabi bu sadece bir etmen değildir. 1950'den itibaren
Demokrat Parti'nin “küçük Amerika olacağız” politikası
Amerikan emperyalizminden bıktırmış ve 1964'te ki bomba gibi
düşen Johnson mektubu bu Amerikan nefretini körüklemiştir. Bu
mektup Türkiye'nin adeta bir Amerika güdümünde olduğunu
hatırlatmıştır. Ayrıca tüm dünyada büyük yankı uyandıran
1968 Prag Baharı ve onun ürettiği 68 kuşağının çocukları
yetmişli yıllara damga vurmuşlardır. Üniversiteler kendileri
tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerinden kurulan organlar
eliyle yönetilmesi bu kalbin atmasını sağlamıştır.
1968 yılında masum
öğrenci olayları olarak başlayan hareketler 1971 sonrası dehşet
verici şekilde nitelik değiştirerek ideolojik çatışmalara
dönmüştür. 18 Aralık 1967'de İlahiyat öğrencisi Ruhi
Kılıçkıran' ın çıkan üniversite olayları sırasında ağır
yaralanması 1968 yılında ise ölmesi fitili ateşlemiştir. İlk
kan dökülmüştür. Akşam Gazetesi köşe yazarı kendisine gelen
mektupta olayın aslının Ruhi'yi vuran şahsın solcu değil Adalet
Partili birisinin olduğunu söylemiştir. Milli Türk Talebe Birliği
bir açıklama yapmış ve aynı cebir ve şiddetle karşılığını
vereceklerini söylemiştir. Sahne kapanmış demokrasi kana
bulanmıştır.
Daha sonrası çorap
söküğü gibi gelmiştir. Sağda Ülkü Ocakları, Türkiye
Komünizmle Mücadele Derneği (TKMD), Milli Türk Talebe Birliği
(MTTB) gibi örgütler solda Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF),
Dev-Genç, Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) gibi örgütler
hızla güç kazanmaya devam etmişlerdir. Mecliste partiler
birbirlerine girerken halk da sokakta birbirini kırmaya başlamıştır.
Burada bir örgüt öne çıkmıştır ki sitemli eğitim
verilmiştir. Ülkü Ocaklarında ki gençler kültür fizik
hareketleri, dövüş, koşu eğitimleri verilmiş adeta bir komando
yetiştirilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) genel başkanına
bu sorulmuş “hayır biz gençleri komando olarak yetiştirmiyoruz
sadece onları kötü alışkanlıklardan uzak tutmak için bu
eğitimleri veriyoruz” demiştir. Ancak bu eğitimler ileride
kullanılacaktır.
Türkiye'ye bu demokrasi
fazla gelmiş ve 12 Mart 1971 Muhtırası ile anayasanın yeniden
düzenlenmesi sonucu görülmüş anayasanın adeta kolu bacağı
kırılmıştır. 11 ilde sıkıyönetim uygulanmaya başlanmıştır.
Siyasi gençlik örgütleri kapatılmıştır. Sendika toplantıları
yasaklanmıştır. Grev ve lokavt yasağı getirilmiştir. Hükümetin
bu hareketi siyasi oluşumları yer altına kaydırmıştır. 1972'de
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam edilmiştir. Ancak
daha sonra asker kışlaya çekilmiş ortam yine siyasilere
kalmıştır. Demokrasi adına sevindirici bir olay olmuş Necmettin
Erbakan- Bülent Ecevit yani Milli Selamet Partisi (MSP) ve
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) koalisyonu olmuş hatta bu koalisyon
sayesinde Kıbrıs Barış Harekatı zaferle sonuçlanmış halk
kenetlenmiş kısa bir süre adeta kavga gürültü olmamıştır.
Ancak MSP' nin dini söylemleri artmış koalisyon uzun ömürlü
olmamıştır. Ardından gelen Adalet Partisi (AP), Milliyetçi
Hareket Partisi (MHP), Milli Selamet Partisi (MSP) Milliyetçi Cephe
koalisyonunu kurmuşlardır. Bu koalisyon devletin başına örülmüş
büyük bir çorap olacaktı. Mecliste artan ayrılıkçı ve
ayrıştırıcı söylemler toplumu iyice birbirinden ayırmış
Kıbrıs Harekatında ki birlik aniden bozulmuştur. Öyle bir olay
olacaktı ki kan oluk oluk akıyor olacaktı.
1 Mayıs 1977 Kanlı 1
Mayıs olarak adlandırılmıştır. Bu olay bugün bile meçhul
görünse de Türkiye'de ki Amerika destekli Kontrgerilla denilen
örgüt bu olayda olduğu söylenmektedir. Taksim Meydan'ında
işçiler toplanmış DİSK genel başkanı Kemal Türkler konuşma
yaparken kürsüye doğru o dönem ismi İnter- Continental oteli
olan otelin çatısından uzun namlulu silah ile atış yapıldığı
iddia edilmektedir. Kalabalık birden karışmaya ve izdiham olmaya
başladı. Bu sırada da panzerler alanlara dalmış son sürat
alanda insanlar varken sürmeye başladılar hatta o sırada bir
kişinin üzerinden geçilmiştir. Bir polis arabasından da havaya
rastgele ateş açılmaya başlamıştır. Orada ki halk panik ile
Kazancı Yokuşuna yöneldi. Ancak ilginçtir ki yokuş bir kamyon
ile kapatılmıştır. Halk ezilme ve boğulma sonucunda DİSK'in
açıkladığı rakama göre 1 kişi panzer altında ezilmek 5 kişi
silahla vurulmak suretiyle 36 kişi ölmüş 130 kişi yaralanmıştır.
Olaylardan sonra hala daha 1 Mayıs Taksim'e kapatılmıştır.
Her gün gazete
haberleri "sağcı gençlerden 3 kişi solcu gençlerden 2 kişi
ölmüştür" şeklinde küçük kupürlerde haber vermeye devam
etmektedir. Günlük haberler artık sıradan hale gelmiştir.
Türkiye şehir şehir sağcı- solcu olarak ayrılmaya giderek devam
etmekteydi. Hatta İstanbul mahalle mahalle cadde cadde bölünmüştü.
Bir gün sağcıların olan sokak ertesi gün solculara geçiyordu.
Artan bu olaylarda siyasiler yatıştırıcı politika izleyeceğine
iyice körüklüyor oy malzemesi haline getiriyorlardı. Hatta DİSK
genel başkanı Kemal Türkler suikasta kurban gitmiştir. Olaylar
tüm hızıyla devam etmektedir. Ta ki 12 Eylül 1980 cuma günü
saat 04.00'a kadar...
İlginçtir, sıkı
yönetim var devletin polisi vs. var iken bitmeyen olaylar bu
dakikadan sonra bıçak gibi kesilmiştir. Kimse çıt çıkarmamıştır.
Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren'e bu soru sorulmuştur neden
darbeyi daha evvel yapmadınız diye. Kendisi “şartlar
olgunlaşmamıştı” demiştir. Naçizane Türkiye'nin bir dönemine
damga vuran yetmişli yılları anlatmaya çalıştım. Bu zor
dönemler geldi ve geçti daha zor dönemler geldi. Türkiye'nin
sınavı hiç bir zaman bitmedi.