✍️ Kaldığım Yerden Yazılar

Bu blog suskunluğu yırtmaya çalışan birinin özgür olduğu bir yerdir.
lütfen evinde hisset, hoş geldin.

30 Haziran 2025 Pazartesi

Eskilerle Kafayı Yemek Değil, Onlarla Yaşamak



Çoğu insan bana sen eskilerle kafayı yemişsin diyor. Hakikaten de dinlediğim şarkılar, hayat tarzım, giyinişim, hatta ideolojilerim bile eskiye dair. Güncel bir şeyi pek sevemiyorum. Hepsi de bir dönem popüler şeyler aslında. Misal en çok dinlediğim müzik Anadolu Rock' tur. Belki 70'lerde yaşasaydım bu ne canım tıngır tıngır Türk Sanat Müziği varken bu şey dinlenir mi diyebilirdim. Ya da ABD'de yaşasaydım metal müzik için bu ne böyle caz varken dinlenir mi diyebilirdim. Çok düşünüyorum gerçekten de. Eskiye tutkum tarihsel bir şey olabilir. O müzikler dinlenirken o eşyalar kullanılırken o insanlar neler yapıyordu acaba, ne düşünüyorlardı diye düşürüm hep.

Kız arkadaşım bana şaka yollu dedesin sen der sürekli ama giyinişimde 70'ler havasını kendisi de sever. Çoğu insan beni dönemin anarşist üniversite öğrencilerine benzetir. Kalın bıyıklar, uzun fauller, sağa taralı hafif uzun saç gibi şeyler öyle gösteriyor. Benim hiç hoşuma gitmiyor düşük bel kot, çok renkli tişörtler giyemiyorum. Hala dedeler gibi atlet giymeden duramıyorum çünkü rahat hissedemiyorum.

Gene müziğe geri dönersek örnek veriyorum Tülay Özer'in İkimiz Bir Fidanız şarkısı öyle güzel tınılar ki insanın kulağında söz ve müziği Hakkı Bulut'a ait bu şarkı. Tülay Özer adeta 1975 yılında seslendirirken uçarcasına plağa kaydetmiştir sesini. Şarkının başında alkış sesleri ardından gelen hafif ney sesi birden giren bağlama insanı mest eder. Zaten Tülay Özer'in gayet de tatlı yumuşak bir sesi vardır. Nakaratta da o yüksek sesiyle gücünü belli eder zaten. Zaten Zerrin Özer'in de ablasıdır kendisi onun sesini de anlatmaya gerek yok sanırım. Hakkı Bulut bu şarkıyı nasıl yazdığını anlatır. Henüz daha liseye giderken başlamış şarkıyı yazmaya ardından evlendikten sonra da hanımıyla Hatay'da gezerken iki fidan görmüş onun üzerine konuşurlarken ilham gelip bugünkü halini almış şarkı. Hangi birini anlatsam eski şarkıların bir çok hikayesi var.

Edip Akbayram'ın Aldırma Gönül şarkısı, Hababam Sınıfı Tatilde filminde kullanılmıştır. Okul davayı kaybetmiş boşaltılması lazımdır. Tüm sınıf okulun boşaltılmasını izlerken İnek Şaban “Çamlıca Lisesi tamam” der tam o sırada bu şarkı “aldırma gönül aldırma” demektedir. Sonra ki sahnede kendilerine okul kurmaya karar verirler sıralar koyulup çadırlar kurulurken Edip Baba “dertlerin çıkmışsa şaha bir sitem yolla Allah'a” demektedir. Bize dert gelirse çözüm gelir bir şekilde demektedir belki de. Yani şarkılar hikaye biriktirdikçe anlamlanıyor bende.

Barış Manço' nun Gülpembe şarkısında ki soloyu nasıl atlarım ya da Erkin Koray'ın Fesuphanallah da ki arabesk tınıları. Müzik benim için ruhuma hitap etmeli. Ondan bir şey öğrenmeliyim, düşünmeliyim hissetmeliyim.

Yanlış anlaşılmasın her şeyin eskisi güzeldi demiyorum kesinlikle. Basit “ah keşke doksanlarda yaşasaydık aman ne güzeldi o yıllar” demiyorum. Başka bir yazımda da belirtmiştim. Doksanlarda eğlenceli şarkılar rengarenk kıyafetler vardı ama batık bankalar altı ayda bir düşen hükümetler kaos hakimdi. Seksenlerde vatkalı kıyafetler uzun aslan baş saçlar abartılı makyajlar vardı ama Kenan Evren Darbesi'nin akisleri hala meclis kürsüsünde hissediliyordu. Yetmişlerde hoş türküler yeni yeni Anadolu Rock müziği revaçtaydı ama sol sağ adı altında milletin birbirini kırması vardı. Atmışlarda Süleyman Demirel'in Adnan Menderes'in asılmasından mütevellit milletten aldığı intikam hakimdi. Ellilerde yine Adnan Menderes'in küçük Amerika olacağız diye Amerika'ya bizi peşkeş çekmesi vardı. Kırklarda İkinci Dünya Savaşı kapımızdaydı. Derdim eski romantikliği değil yani.

Elime diyelim ki bir eski tedavülden para geçti. Ufak bir bozukluk diyelim. Bununla neler alındı belki diye düşünmeden duramam. Bir çocuğa harçlık olarak verildi belki. Çocuk onunla koşa koşa bakkala gitti ve gofret ve şeker aldı neşeyle. Ya da verilen parayı beğenmedi veren kişiye küfretti çocuk aklı. Bu fikirler aklımdan hızla geçer gider. O paraya hikaye yazarım zihnimde.

Yine de teknoloji o kadar güzel bir şey ki hayatımıza bambaşka rahatlıklar katıyor. Elbette bizi tembelleştiriyor da olabilir bunu bilemeyiz. Gelecek yıllarda başımıza neler gelecek zevkle izliyor olacağım. Neler artık “nostalji” olarak anılacak göreceğiz.

28 Haziran 2025 Cumartesi

İlişkilerde Eşitlik ve Öğrenilen Dersler: Kendi Hikayemden



Kız arkadaşımla büyük bir kavga yaptıktan sonra birbirimize günümüzü dar ederek telefonu kapattık. Benim rahatlamaya tek yerim burası. Arkaya hüzünlü bir türkü açıp tuşlara basmaya başladım. Aslında dertleşmek istiyorum ama ilişkimi buraya döküp mahremiyete mugayir bir hareket yapmak istemem. Telefonda konuşurken arka arkaya dört beş sigara yaktım. Birbirimize haykırırken nefes verdiğim tek yer sigaramdan derin nefesler almaktı. Yapabileceğim tek şey buydu.

İlişkilerde iki tarafta bir yerde alttan almalıdır bence. Tabi ilişki tavsiyesi verecek boyutta bir insan değilim ama benimki tecrübe aktarmak. Başımdan bir ilişkimde geçen bir olay şöyle. Kıza deli gibi aşıktım. Ne derse yapıyordum. Bu iyi olsun kötü olsun. Yaşım on sekiz on dokuzdu. Hayata dair hiç bir tecrübem yoktu. Aşk nedir, sevgi nedir, saygı nedir pek bilmiyordum. İplerin hepsini o kızcağıza vermiştim. O da güç zehirlenmesinden olacak artık ilişkimiz zıvanadan çıkmıştı. Her gün çıkan kavgalar her gün beğenmediği bir şey oluyordu. İlginçtir hiç arkadaşımız yoktu. Dışarıya kapalı bir ilişkiydik. Okulda bizi görenlerle laflıyorduk ama kimse ile bu arkadaşımız diyeceğimiz kimse yoktu. Ta ki onun çevresinde bazı arkadaşlar olunca bir şeyler değişti. İlişkimizi sorgular olmuştu. O gün geldi. Ayrılmıştık. Dünyam başıma yıkılmıştı. Zaten tek dünyam oydu.

Bunu neden anlattım? O kızı unutamadığımdan değil. Buradan biraz ders çıkarmak adına anlattım diyelim. Bir kere ilişki içerisinde eşitlik kesinlikle önemli bunu anladım. Bir taraf sadece uymak zorunda değil. Hani devletler birbiri ile anlaşma yaparken eşitlik ilkesi içerisinde yapmazsa ilerde büyük sorunlar çıkar bunda tarihi örnek 1. Dünya Savaşı'dır. Galip devletler mağlup devletlere öyle zor anlaşmalar imzalattılar ki kimi bağımsızlığını zorla aldı Türkiye gibi kimisi de 2. Dünya Savaşı'nı çıkardı Almanya gibi.

İlişkide derbeder moda girmeye hiç gerek yok. “Beni sevmedin mi?” “yalan mıydı her şey?” gibi sorularla kendilerini alkole vuran insanları hiç anlamıyorum. Gerçi hali hazırda sevgilim beni terk etse derbeder olurum belki de.

Yine de herkese mutlu birliktelikler diliyorum. Herkes mutlu olsun istediği ilişkiler yaşasın.


24 Haziran 2025 Salı

81 İl, 1 Hafıza, ve Hiçbir İşe Yaramayan Bilgi

 



İllerin plaka kodlarını ezbere bilenleri hep havalı bulmuşumdur. Ne zaman yabancı bir plaka görsem tahmin etmeye çalışırım bildiğim ilden geriye ya da ileri doğru saymaya çalışırım işin içinden çıkamaz en son ya yanımdakine sorarım ya da internetten bakarım. Ama istisnasız hep yaparım bunu. İstanbul 34 o da oturduğum için Bursa 16 o da sekiz sene orada yaşadığım için Kırklareli 39 o da orada askerlik yaptığım için ezbere bilirim. He bir de Ardahan 75 o da memleketim elbette. Bunlar istisnasız bildiklerim. Zonguldak'a kadar aşağı yukarı bir şekilde geliyor ama sonradan il olan yerler işte orası insanın kafasını karıştırıyor. “Batman sonradan mı il olmuştu yoksa var mıydı dur onun plakası neydi anasını satayım” düşünceleri sürekli dönüyor.

Babam ile annem bugün bizi gezdirir misin diye sordu. Ben de tamam bir Beykoz havası alalım dedim. Arabaya bindik uzun otoban yolculuğuna çıktık. Elbette sayısız TIR ve kamyon bu yolu kullandığı için farklı farklı plaka kodları gördük. Babam tüm illeri ezbere bilir. Sürekli babama aynı beş yaşında ki bir çocuğun anlamsız soruları olan baba bu ne baba bu ne der gibi, baba 42 neresi baba 15 neresi diye sorup durdum. En son sanırım dayanamadı ki sıradan saymaya başladık beraber 01 Adana, 02 Adıyaman, 03 Afyon, 22 Edirne, 42 Konya vs.

Çocukken her erkeğin askerde kesinlikle ezberleyeceğini düşünürdüm. Hatta bizzathi öğretiyorlar sanırdım. Ama ben askere gittiğimde öyle olmadığını gördüm. Şafak illere düştüğünde tertibime sorardım. Bu gün hangi ildeyiz diye. Hatta her gün telefonda konuştuğumuz babam benimle illeri beraber sayardı.

En çok arzu ettiğim şey trafikte giderken trafik kodlarının tamamını ezberlemek ve önümde giden yabancı kodlu araca “yürü amına koduğumun Muğlalısı” demek için sürekli ezberlemeye çalışıyorum. Bunu ezberlemek sadece ortamlarda muhabbeti geçtiğinde işime yarayacak ama çok hoş ve güzel bir bilgi bence.

17 Haziran 2025 Salı

Direksiyon Bende Değildi

 

⚠️ Bu yazı ağır duygusal içerik barındırır. Zihinsel olarak zor bir dönemden geçen okurlar için tetikleyici olabilir.

Normalde araba kullanmayı çok severim. Ama her kullandığımda tedirgin binerim. Zira şoförlüğüm çok da iyi değildir. Gittiğim yerde park yeri bulabilecek miyim, bir yere sürtecek miyim falan sürekli düşünürüm. Kullandığım araba ablamın arabası sağ olsun ne zaman işim olsa istesem verir. Bugün falanca yere gideceğim diye istedim verdi. Ama aklımda oraya gitmek yoktu. Yol bilgim hiç yoktur. En ufak bir yere giderken bile telefondan haritayı açarım. Bugün onu yapmadım hani klişe laf vardır yol nereye götürürse diye. Aynen ondan yaptım. Oturdum direksiyon nereye giderse oraya gittim. Arkaya hafif bir müzik açtım. Kendimi nasıl olduysa otobanda buldum. Arabayı ben kullanmıyordum sanki. Gaza yüklendikçe yüklendim.

Düşünceler akmaya başladı. Son günlerde oldukça buhranlı bir süreçten geçiyordum. Belki de kendime yapıyordum ama süreç beni oldukça yormuştu. Ne yapacağımı kestiremiyorum. O sırada tek yaptığım araba kullanmak ve düşünmekti. Onu yapıyordum bende. Ailemi, kız arkadaşımı, dostlarımı düşündüm. Beni gerçekten seviyorlardı. Sevilen bir insandım. Ama ben onlara hiç yararlı değildim. Hayata dair amacım neydi? Derdim neydi? İnsanların benden bekledikleri neydi? Bu sorulara hiç cevap bulamadım. Bazen bu tür sorular insanı tüketiyor. Buhranlı hissettiğim zamanlarda “Her şey aynıymış gibi geliyor.” Hayatın değeri azalıyor gibi... Ama bu duyguların gelip geçici olduğunu da biliyorum. Düşüncelerime takılıp kalmamak için yazmaya başladım. Sorunlarımı bitiremeyecektim her zaman benimle geleceklerdi. Bu cümlelerim basit varoluşsal sancılar olarak gelmesin kimseye otuz senedir bu vücudu taşıyorum ve cidden sorunlarımdan sıkıldım. Sürekli aynı sorunların maskeleri değişip önüme geliyordu. Tiklerim, anksiyetem, kafaya saçma sapan şeyleri takmak artık cidden bunalttı beni. Kaliteli bir hayat yaşayamadığıma karar verdim. Ölümden çok korkuyorum. Hayatın benden sonra devam etmesi ve benim onları görememem beni çok korkutuyor. Yeni filmler çıkacak, yeni teknolojiler gelecek ben onları göremeyeceğim. Düşünmesi bile dehşet verici. 

Yakınımdaki insanlara sık sık bahsediyorum bu fikirlerimi. Derdim ilgi çekmek için değil. Destek aramak. Yardım çığlığı yani. Çaresiz hissediyorum. Hayatta başardığım sonuna kadar vardırdığım hiç bir şey yok. Şımarıklık mı diye de geçiyor içimden geçenler. Çünkü herkesin sorunu var herkes yoruluyor. Benim özelliğim ne de böyle yapıyorum diyorum. Ama tek bildiğim artık yorulduğum. Taşıyamadığımı hissediyorum. Hayat tek şeritli dar bir yol gibi asla kenara çekip dinlenebileceğimiz bir yer değil. Sürekli gitmek zorundayız. Sırtımdaki yükleri bir kenara atıp kenarda bir sigara içmek isterdim. Sık sık şöyle bir şey aklıma geliyor. Hani bilgisayarda oyun oynarken beceremediğimiz batırdığımız evreler vardır. Kayıtlı bölümü siler sıfırdan en temiz şekilde başlarız eski oyunu oynarken ki tecrübelerinizi yeni kayıtta yaparsınız. En çok istediğim şey bu. Elimdeki tüm imkanları bu fırsat için vermeye hazırım. Bunları neden anlattığımı da bilmiyorum aslında. Bu yazıyı kim okusun. İnsanın okurken bana ne demesi işten bile değil.

Abartıyor muyum acaba da diyorum. Sadece abartmak. İnsanların bana özel davranmasını mı istiyorum? Sürekli ben deliyim bana iyi davranın mı diyorum? Çok yorgunum. Depresyona girmek benim hobim gibi bir şey aslında. Ne zamandır işsizim. İyi hissettiğimi düşünüyordum. Tiklerim iyiden iyiye azalmıştı. Her şeyin bittiğini sanmıştım. Yukarda bahsettiğim şeyler burada başlıyor işte sorunlar sürekli peşimde nasıl mücadele edeceğimi bilmiyorum.

Huzur istediğim şeylerden biri... Kim huzurlu olmak istemez ki?

Bu yazıyı, zor zamanlardan geçtiğim bir dönemde kaleme aldım. Yalnız olmadığımı, bu düşüncelerin gelip geçici olduğunu biliyorum. Eğer siz de benzer duygular içindeyseniz, bir uzmandan yardım almak en doğru adım olacaktır. Hep birlikte iyileşebiliriz.

Çocukluk Arkadaşım: Görünmeyen Yaraların Sessiz Tanığı

 




Bugün bir arkadaşımdan bahsetmek istiyorum. Kendisini çok fazla iyi tanırım. Uzun yıllardır beraberiz çocukluk arkadaşım. Hayatının her anına her dakikasına şahidim tabir-i caizse. Oldukça kibar kırılgan bir çocuk kendisi. İlk okulda kendisini sürekli gördüğümde yalnız takılır. Kendi başına gezer dolaşırdı. Yalnızlığı çok severdi. Bunda etrafında ki insanların aralarına almamaları vesile mi bilmiyorum. Ama sürekli tek tabancaydı. Gerçi düşününce sınıfımızda ki çocuklar onu sürekli zorbalar aşağılardı dalga geçerdi. Ez kaza bir grup ile sohbet edebilse zaten sürekli alay edilip aşağılanırdı. Halbuki kendisinde çocukların dalga geçeceği bir özellik de yoktu. Ne çok kiloluydu ne de garip bir hali. Yalnızca gözlüklüydü. Ama ilginçtir bu özelliği ile hiç dalga geçildiğini görmedim. Safça bir çocuktu her şeye inanırdı. Eğlenceli çocuktu aslında çok ilginç bilgilere sahipti. Mesela Soğuk Savaş Döneminde Uzay Savaşları sırasında aya ilk defa köpek gönderildiğini ondan öğrendim. O zaman da internet olmadığı için en çok sevdiği şey olan ansiklopedi okuyup öğrenirdi. Buna rağmen kendisine sürekli geri zekalı ve salak derlerdi. Artık içselleştirmişti iyice salak olduğunu düşünüyordu. Durduk yerde ben zaten salağım falan derdi. Kimliği haline gelmişti o. En büyük korkusu matematik dersinde öğretmenin tahtaya kaldırmasıydı. Grupça çıkardık tahtaya öğretmen tahtayı üçe bölerdi. Herkese bir soru yazardı. Herkes sırayla çıkardı sıra bu arkadaşa geldiğinde çakılır kalırdı sıra devam ederdi o arkadaş hala dikilirdi tebeşiri dahi oynatamazdı çünkü matematiği zayıftı. Sıra akar gider o öylece dururdu. Kafasından geçen cümlelere hakimim biliyorum. O sırada keşke burda ölsem ya da öğretmen yeter çık artık desin tebeşiri elimden alsın da gideyim bitsin bu azap dediğine eminim. Hatta diğer çocukların ona geri zekalı dediğini düşünüyordur ve zaten geri zekalıyım ben çıkarmasa keşke tahtaya dediğini adım gibi biliyorum. Sıra bitip artık tek başına kaldığında artık öğretmenimiz adını seslenir “ne o gene yapamadın mı derdi” yumruklarımı sıkardım. O da her zaman ki suçlu yüz ifadesini takınıp evet öğretmenim derdi. Öğretmen anlatmaya başlardı ama çok sesini yükseltirdi. Eli kolu sinirini belli ederdi. Sözde konuyu öğretiyor ama sanki küfür ediyordu.

Sınıfımızda ki çocuklar o arkadaşımızı sık sık aralarına alıp döverlerdi. Cılız bir çocuktu onlara gücü yetmezdi zaten. Ancak zaten ona öyle “biz güçlüyüz her istediğimizi yaparız” cümlesini aşılamışlardı ki gücü yetse dahi yapabileceğini sanmıyorum. Zaten karakteri de öyle bir insan değildi. Bir gün yolda yürürken karınca yuvasına bastığında çocukluk hali oturup ağlamıştı. Bir gün hiç unutmuyorum ortalarına almışlar birbirlerine atıyorlardı. Soranlara top bulduk tenis oynuyoruz demişlerdi. Arkadaşımın aklından geçen “ne güzel eğleniyoruz işte” olduğuna eminim. Çünkü kendisini hiç değerli saymıyordu. Öyle kabul etmiş öyle bir durum haline gelmişti ki şu saçma sözü ağzından kulaklarımla duydum “ bugün hiç beni dövmediler çok garip hissediyorum sıkıldılar mı acaba” orada başkası olsa ağzının ortasına vururdu. Gerçi zaten anladığı da oydu. O zamanın bir çocuğu için ilginç kelimeler biliyordu bunları sınıfta söylediğinde “aaaa küfür etti” diye haykırılır koşa koşa öğretmene gidilip şikayet edilirdi. Öğretmen de anlamadan dinlemeden basardı tokadı. Gariptir ki ailesine de hiç bahsetmezdi okulda olan biteni. Öğretmenimiz sıkı sıkı tembihlerdi. “Okula velileriniz gelmesin uğraşamam onlarla” derdi. Zaten hiç sorun çıkarmayı seven bir çocuk değildi. Ne derlerse eyvallah diyordu. En büyük hayali ilköğretimin bitmesiydi. O bitince zulmü de bitecekti aklı sıra. Ama kendisini değiştirmemişti fikriyatında sağlıklı ilişki kurmayı bilmiyordu. İlerleyen yaşamında ne yapacaktı? İlköğretim bitse de hikaye yeni başlıyordu.

Liseyi de beraber okuduk. Lise de bir özgüven geldi buna yarışmalara, etkinliklere katılıyordu. Ama hala o içinde ki o yaralı çocuğu tanıyordum. Hala yalnız geziyor teneffüste sırada oturup kitap okuyordu. Arada aşık olduğu bir kaç kızdan bahsediyordu. Hatta cesaretini toplayıp açılmıştı da. Ama çok yakışıklı bir çocuk değildi özgüvenli bir çocuk da değildi. Yani hep reddederlerdi. Garibim onlara içini dökmek için sürekli yazı yazardı. Onları saklıyordu hatta, sonra yok ettiğini biliyorum. Etrafından kabul görmedikçe daha çok içine kapandı. Daha da yalnızlaştı. Hala dersleri kötüydü. Ama anlıyorum etrafında sürekli ona geri zekalı diyen birileri muhakkak oluyordu. Bu da onu kabul ediyordu. İçinde fırtınalar koptuğunu biliyordum. Bizim onunla dostluğumuz bir kaç kelime bir kaç kaş göz hareketiydi. Her şeyi anlardık. Ruhunun daraldığını işe yaramaz hissettiğini biliyordum. Bana bir kaç kez “gerçekten aptalım galiba bu kadar insan yalan konuşamaz” diyordu. On sekiz yaşında artık dayanamadı psikiyatriye gitmeye karar verdi. Gittiği doktor ilaç verip yollamış üzülmüştü. İlk kez ruhumu açmak istedim demişti. Çok da üzerine düşmedi zaten sonra.

Kader bu ya üniversiteye de beraber gittik. Aynı okul aynı bölüm. Çok severdi okuduğumuz bölümü. Araştırmayı, okumayı, yazmayı... Hayatının aşkını görmüştü orda. İlk kez aşık olmuştu. Eve yürürken ıslık çalıyordu, türkü söylüyordu delirmişti çocuk. Hiç bu kadar mutlu görmemiştim onu. Kız buna gayet iyi şekilde yaklaşıyordu. Sağlıklı insanların ilişkilerinde olduğu gibi... Ama benim arkadaşımın hiç bir sağlıklı ilişkisi olmamıştı. Kıza ne yaptıysa artık bir sene gibi bir sürede kız bunu terketti. Dünya başına yıkılmıştı. Dünyanın sonu gelmişti sanki. Baya bir bocaladı. Sonra nasıl olduysa kendimize başka bir arkadaş grubu bulmuştuk. Onlar da bizi çok sevdiler yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi. Ama grupta mahsundu gene benim arkadaşım. Dalga konuları gene benim arkadaşım olurdu. Konu gene döner dolaşır bir şekilde başına gelen bir olaydan dalga geçilirdi. Tüm gruptaki insanların doğum günleri etraflıca düşünülmüş şatafatlı kutlanırken benim arkadaşımın ki genelde basit sıradan geçiştirmelerle kutlanırdı. Arkadaşım onları çok severdi biliyorum çünkü kendine bir kimlik, bir aidiyet arardı. Okulu da bitiremedi zaten bıraktı gitti.

Sürekli bir arayış içindeydi insanları hala tanımıyor. Bana dediği “keşke insanların ne düşündüğünü bilsem söylediğim cümlelerin nereye vardığını bilsem” derdi. Sohbet etmeye bayılır, bilgi vermeye, anlatmaya bayılır. Ama insan ilişkileri rezalettir. Sağlıklı ilişki kuramaz. Eğer sağlıklı kurmuşsa da ne yapar eder eline yüzüne bulaştırır. Sanırım bundan zevk alıyor. Her şeyi ama her şeyi unutur. Önem vermediğini düşünebilir insanlar ama aklında tutamadığı içindir bu. Kız arkadaşıyla bir kavga etmişse on dakika sonra yine yapar o hatayı çünkü unutuyor.

Şu aralar büyük bir işsizlik yaşıyor buhranlı bir dönemde. Borç harç aile baskısı ayyuka çıkmış durumda. Biliyorum cebinde bir lirası yok kahve ısmarladığımda büyük buhrana giriyor büyütüyor ben en yakın zamanda vereceğim diyor. Çünkü hissediyorum kendisini eksik, hatta sakat bir insanmış gibi düşünüyor. Bir grup içinde konuşurken kendisini geri çekiyor oraya ait hissetmiyor çünkü ruhu arabesk. İntihar etmek istiyorum bazen diyor. Yıllar önce evine çat kapı gittim anahtarı vardı bende. Çıkmış cama ağladığını gördüm. Biliyorum asla onda o güç yok. “Hayatında ne becerdin ki intiharı becereceksin” dedim indi. “Yaptığın her şey yarım. Hiçbir şeyi sonuna kadar yapmadın. Elinde becerdiğin ve benim eserim dediğin ne var” dedim. Haklısın dedi. Aslında mücadeleci olduğunu biliyorum. Sürekli çıkar yol arıyor. Ama mücadele etmeyi bilmiyor. Nasıl edeceğini nereden başlayacağını bilmiyor. Hata yaptığında nasıl düzelteceğini bilmiyor. Hiçbir şey bilmiyor. “Hayat çok basit olsaydı keşke her şeyin bir neden sonuç ilişkisi olsaydı keşke” der sık sık. İki sorunla asla baş edemez. Eğer aynı anda iki sorun gelirse ölümdür onun için. Kilitlenir kalır. Sürekli kaçmıştır büyük sorunlardan. Mücadeleci demiştim az evvel değil mi? Başlayıp bitirdiği ömründe bir askerlik var işte. O da devlet zorla gönderiyor bitirene kadar başında bekliyor. Bunu geçenlerde itiraf etti. “askerlik gibi olsa hayat keşke emirler ve direktifler olsa biz hiç düşünmek zorunda kalmasak” dedi. Hayatı hayat yapan bu değil mi zaten. Hayat kesinlikle kolay değil. Bize çok kolay gelen şeyler bu arkadaşımın özelinde olduğu gibi çok zor olabiliyor. Hayatı gerçekten bilmiyor. Hayata dair yeni bir şey öğrendiğinde “bana bu tecrübe olsun böyle miymiş bu” diyor ama köşeyi dönüp devam ettiğinde aklından tamamen çıkıyor. Adam daha yaşadığı mahallede navigasyonla geziyor bırak hayatı öğrenmeyi. Çünkü öğrenemiyor akılda tutamıyor.

Ruhunun tamamen bir enkaz olduğunu biliyorum. Hayatına giren her insan ama bilerek ama bilmeyerek derin izler, yaralar bıraktı. Bunları anlatmayı da bilmiyor. Ah! Bir anlatsa. Bana bazen “keşke beynime biri girse benim dahi bilmediğim şeyleri bir bir görüp bana anlatsa” der. “kendimi birinin bana anlatmasını o kadar çok isterdim ki” der sık sık. Nerde nasıl davranmasını bilmez mesela. Çok kızarım o kadar çok bağırarak konuşur ki. Uyardığımda çok mahcup olur yüzü kızarır. On dakika sonra gene başlar. Biliyorum bilerek yapmıyor.

Tek emin olduğu şey öldükten sonra nasıl bir insan olduğunu hayatta neler yaptığını yüce yaratıcının tartısında öğreneceği günü iple çekiyor. Bir gün umarım istediği gibi bir hayat yaşar, mutlu olur. Sevdiği dostlarını kız arkadaşını hep yanında görür umarım. Kendine huzurlu bir hayat dilemekten başka yapabileceğim hiç bir şey yok maalesef.

12 Haziran 2025 Perşembe

Her Şey Canlıdır: Alışkanlıkların Evrimi

 


Hayatta her şey canldır. Aklınıza gelen her şey değişir. Alışkanlıklar, düşünce tarzı, damak zevki vs. Herakleitos değişmeyen tek şey değişimin kendisidir der. Kendimi bildim bileli katı ve değişmez bir insan olduğumu sanırdım. Bundan on sene önce bu tarz bir insan olacaksın dediklerinde hadi ordan derdim ama. Geriye dönüp baktığımda her an her şekilde değişim geçirdiğimi farkettim. Birileri laf olsun diye “şunu hiç yapar mısın” dediklerinde “hayır asla, iki cihan bir araya gelse de yapmam” dediğim de yüce yaratıcı parmaklarıyla kocaman bir “nah” yaptı ve yapmam dediğim her şeyi ama her şeyi yaptım.

Lisedeydim. Nispeten muhafazakar, dünyaya din gözlüğü ile bakan bir insandım. Üniversiteye gidince bu gözlüğümü çıkarıp en azından başıma taktım. Hala kafamda ama gözüme takmıyorum. Siyasetten anlamaz, kulaktan dolma fikirleri papağan gibi tekrarlardım. Düşünüyorum değiştiğim bir çok konu var ama buraya nasıl aktarırım bilemiyorum. Hala kendime yediremediklerim de var. Artık o değişimi içselleştirmiş sıkı sıkıya bağlandıklarım böylelikle yeni değişmezler sandığım şeyler de var. En basit örnek yazarken kağıt kalem kullanırdım. İlginç bir şekilde buna oldukça bağımlıydım. Şimdilerde artık bilgisayar kullanıyorum. Gereksiz bir romantizm olduğunu boşuna kendime eziyet olduğunu anladım. Edebiyat dergilerinde yazan yeni basılmış kitap kokusu, kurşun kalem kokusu, yok çay kokusu derken o romantizmin zarar olduğunu fark ettim.

İşten gelir gelmez evdekilere selam verip odama koşup eşofmanlarımı giyip yatağa kendimi atıp saatlerce saçma sapan videolar izlemeye bayılırdım. Bu sıralar yatağımla arama mesafe koydum. Odama bir koltuk aldım günümün çoğu koltukta geçiyor. Ne zaman o alışkanlığımı canım çekse telefonu alır almaz beş dakika içinde uyuyakalıyorum. Sonra bir uyanıyorum sanki bok yemişim de ağzımda tadı kalmış oluyorum. Eskiden vakitsiz uyumayı da severdim. Şimdilerde baya baya sabah kalkıp akşam uyuyorum. İnsan durduğu yerde değişiyor. Tırnakları, saçı, sakalı uzuyor. Yaşlanıyor, vakit geçiyor.

Sadece insanlar değişmez elbette yukarda dediğim gibi her şey canlıdır. Örneğin dil de değişebiliyor. Çok basit bir örnek yirmi beş otuz sene önce akıllı telefon diye bir kavram bilmiyorduk. Buna ihtiyaç duyduk. Hayatımıza o girince onunla birlikte bambaşka kavramlar da girdi. Bir kere “kaydırma” denilince çocukken çoğu kişinin aklına dondurma yalamak, kızakla kaymak gibi şeyler gelirken bugün sosyal medya da akışta gezmek geliyor bu kelime ile. Tabi burada dışardan yapay bir müdahale olmaması gerekiyor. Zira Osmanlı döneminde halk basit sade bir dil kullanırken yönetimde olanlar ağdalı yapay bir dil kullanıyordu. Cumhuriyet ile bu tamamen değişti. Osmanlı devrinde halk basit bir dilekçe yazarken bile o kadar çok kural kaide kullanırmış ki dilekçeler edebi yazılara dönüyormuş. Mehmet Akif Ersoy'un Safahat eserinde Asım bölümünde Köse İmam ve Hocazade'nin yazdığı bir dilekçe sahnesi vardır. Malını çar çur eden bir adamın mallarına şerh koydurmak için dilekçeye öyle şeyler yaparlar ki bu gün bir e-posta ile yapılacak şey o zamanlar uzun uğraşlar sonucunda gerçekleşiyor imiş.

Bugün sevdiğinizi yarın sevmeyebilirsiniz. Dün iyi dediğinize bugün kötü diyebilirsiniz. Yeter ki karakterli olup içimizde ki mayayı korumak. İnandığımız değerlere sahip çıkmak gerekir.

10 Haziran 2025 Salı

Bir Sigaranın Hikâyesi: İlk Daldan Bugüne


Bu yazıyı yazmaya başlangıçta çok tereddüt ettim. Sıkıcı olur mu, ne alaka, her şeyi de yazmazsın gibi fikirler beynimde döndü. Ama bu sayfayı açma düsturum her şeyi ama her şeyi gönlümce yazmak, içimi boşaltmak olduğu için yaz be ne olacak dedim. Bu sayfa orta oyuncunun tabureyi yere koyup etrafına insanları toplaması ve kendisinin başından geçen olayları anlatması gibi olması beni mutlu ediyor.

İş yerinde molalarda koştur koştur sigaraya çıkar ayak üstü muhabbet ederdim arkadaşlarımla. Çalışırken aklım sadece sigarada olur sık sık saate bakardım. Paketimdeki sigaraları sayıp kaç molamın kaldığını hesap ederdim. Hatta şu an en yakın arkadaşlarımla tanışma sebebim bahçede sigara içme vesilesiyle olmuş idi. Molalarda aklıma gelen tek şey sigaraydı. Sigara içmeyen insanlara oldukça şaşırıdım. Acaba molalarda ne yapıyorlar, nasıl vakit geçiriyorlar diye düşünürüm.

Çocukluğumda ilk sigara görmem hayal meyal babamın göğüs cebinde olan sigara paketiydi. Ağzında belki bir kaç defa görmüştüm. Kendisi bağımlı değildi biliyordum zira nadir aralıklarla görüyordum zaten sonraları hiç daha görmedim. İlerleyen yıllarda sorduğumda “seni doktora götürdük etrafında sigara içersek sana çok zararı olurmuş” cevabını almıştım.

Kime sorsam “kaç yaşında sigaraya başladın?” diye herkes lise de orta okulda başladım derdi. Orta bire gidiyordum. Evde kuzenimle odamda oturuyorduk. Birden cebinden bir sigara paketi çıkardı. Ben bunu içeceğim dedi. Benim olduğum evde içemezsin izin vermem dedim. O zamanlarda koyu Yeşilaycıydım. Sigara içen dayılarıma kızardım sigara içerlerken sürekli rahatsız ederdim. Sigarayı bırakmalarına fayda sağlayacak araştırmalar yapar broşürler toplardım. Zorladı, içeceğim dedi. İkna oldum. Ama çok korkuyordum. İçerde ailem oturuyordu koku onlara gidebilirdi. Elime oda kokusu aldım. Kuzenim sigara içtikçe ben oda kokusunu sıkıyordum. Şişeyi yarıdan yarıya boşaltmıştım korkudan. Bir müddet sonra sigarayı söndürdü. Bir zaman sonra tekrar içmek istedi. Bu sefer dedim ki burada dövüşeceğiz kim kazanırsa dediği olacak dedim. Birden altalta üstüste olduk kavga etmeye başladık. O hışımla paketini avucuma alıp sıktım camdan dışarı attım. Kavga bitmişti. Kuzenim gitmişti. Annemle ablam odama girdi burası ne biçim kokuyor dedi. Korkmaya başlamıştım. Burası sigara kokuyor sigara mı içtiniz dediler. Elimi kokladı annem paketi sıktığım için elime koku sinmişti. Ağlamaya başladım. “yemin ederim ben içmedim kuzenim içti.” dedim olayları anlattım annem bana güvendi, sarıldı. İlk kez sigaraya bu kadar yakınlaşmıştım. Bu evrede başlamamıştım ama.

Lise ikinci sınıftaydım. Aklı beş karış havada, kimlik bunalımı yaşayan, herkesin dediğine evet diyen bir çocuktum. Hayır kelimesi ömrümde ağzımdan çıkmamış her şeyi merak eden bir çocuk... O yıllarda, eskiden ilkolda gayet samimi olduğum sonraları ara ara gördüğüm bir arkadaşım vardı. Bir gün sohbet ederken Emirhan ben sigara içeceğim gizli bir yere gidelim dedi. Şok olmuştum benim için çok büyük bir şeydi. Bir akranınım sigara içmesine hiç alışık değildim. Gittik bir köşeye o çıkardı bir dal sigara ve gayet profesyonel bir şekilde içmeye başladı. Bana hayatımı baştan başa değiştirecek o soruyu sordu. “ikram etmemi ister misin?” çocukluk aklı bir şeyden geri kalmama psikolojisi ile eskilerde o aktivistliğimi unutup “ver lan neymiş bu bakalım” dedim. Elime o dalı aldım. Birden korkmaya başladım. Ailem ne diyecek ya kokuyu alırlarsa? Annem beni gene o terliklerini çıkarıp döver mi? Sorular aklımda hızlı hızlı geçiyordu. Ancak bu sorular heyecana dönüştü çakmağın ucundaki alev haline aldı. Sigara yanmıştı, geri dönüşü yoktu. İçmeyi de bilmiyordum tabi ama erkekliğe bok sürdürmemek için soramıyordum da ağzıma alıp alıp bırakıyordum. Dumanı içime çekmeyi beceremiyordum. Sigara bitip, “şimdi ne yapacağız annem beni öldürecek” sorusunu arkadaşıma yönelttim. “korkma dedi ben halledeceğim.” Sanki zil zurna sarhoşuz da onu ailemizden saklayacakmışız gibi ağzımıza naneli şeker aldık. Uzun uzun tişörtlerimizi çıkarıp silkeledik. Zincir markette satılan parfümlerin testerlerini üzerimize sıktık. Bunları sadece bir dal sigara için yaptık. Eve girdim öylelikle. Çok heyecanlıydım büyük bir suç işlemiştim. Sanki bu yazıyı odamda elimde sigara olmadan yazıyormuşum gibi tir tir titriyordum. Koşa koşa banyoya girdim kıyafetlerimi kirliye attım, duşa girdim dişlerimi fırçaladım. Ama heyecanım geçmemişti. Ablam hiç yapmayacağı şeyi yapıp odama girip benimle sohbet etmek istemişti. Gözünün içine bakıyordum “git artık ne olur git” sesleri beynimde yankılanıyordu. Bana nedense birden sarıldı. Ne olduysa o zaman oldu. O şaşırma nidası geldi. “Hiii sen sigara mı içtin?” Yıkılmıştım. Kendimi ona uzun uzun anlattım ama bir kere bu haltı yemiştim. Sözler, yeminler ikna ettim bir daha içmeyecektim. Annem babam öğrenmemiş mutluydum.

Aylar geçti o olay unutuldu. Yine lisedeyim. Hiç arkadaşım yoktu. Sıramda yalnız otururdum, tenefüslerde yalnız vakit geçirirdim. Akşam eve yalnız yürürdüm. Ders sormaya bile arkadaşım yoktu. Sanırım beni kimse sevmezdi. Gerçi ben de onları sevmezdim. Sonra bir şekilde bir arkadaş edinmiştim. Nasıl olduğu hakkında bugün en ufak bir fikrim yok. Samimi olmuştuk. Birbirimizle iyi vakit geçiriyorduk. Ailem o arkadaşımı hiç sevmezdi ama nedenini bilmiyordum. İçleri bir şekilde ısınmamıştı. Gene bir gün o arkadaşımla dışarı çıktık o zamanlar kafeler artmaya başlamış yavaş yavaş bir kültür oluşmaya başlamıştı. Çay ile alakalı edebiyat dergilerinde afilli sözler yazılılıyor Facebook'ta demli çay fotoğrafları altında “çaysız ömür susuz çöle benzer” sözleri yayınlanıyordu. Kafede oturup çay içiyorduk. Birden o sahne yeniden belirdi. Arkadaşım cebinden sigara çıkardı. Sormadan sanki bir refleksmiş gibi yaktı içmeye başladı. “Sen sigara içiyor muydun?” dedim. “Evet istersen sana da vereyim” dedi. Aklımdan hiç içmek gelmiyordu. Ama ne hikmetse elimi uzatmıştım. İki parmağım arasına beceriksizce tutup ağzıma götürmüş yakmıştım. Bu arkadaşım öncekine nazaran acemiliğimi anlamış bana sigara içmenin inceliklerini oracıkta kısa bir ders olarak öğretmişti. Bu sefer içime çektiğim için aldığım her duman başımı döndürüyordu. Gözlerime dumanlar kaçıp gözlerimi yaşartıyordu. İyice yaş sümük içerisinde o dalı bitirdim. Ayağa kalktığımda baya baya sendeliyordum. Keyiflenmiştim. Ama korku yeniden belirmişti. Bu sefer umarsızdım nedense. Kafaya takmamıştım. Eve gittim korktuğum bu sefer başıma gelmemişti. Bir şekilde gizlemiştim kendimi. Ama sigara kokusu genzime yapışmıştı. Şimdilerde çok sık içtiğim için mi bilmiyorum öyle bir tad yok. O zamanlar bir daha mı içsem diye sürekli düşünüyordum. Ancak aklıma hiç yalnız başıma paket alayım da içeyim hiç gelmemişti. Sanırım bunda annemin terliği büyük bir etmendi. O arkadaşımla görüştüğümüzde ondan bazen sigara alıyordum bazen almıyordum. Kendime “ben bağımlı değilim ki ara sıra takılıyorum” diyordum. Zira okul arkadaşlarım okulun tuvaletlerinde içerlerdi okuldan çıkar çıkmaz yakarlardı. Ben gayet bu isteği kontrol altına almıştım kendimce.

Üniversitedeydim yaşım on sekiz olmuştu. Evden uzaktaydım. Netice itibariyle serbesttim yani. Bir kız arkadaşım vardı. Kendisine deli gibi aşıktım. Ağzından çıkan her söz emir telakki ediyordu bana. Bir gün yine kafasını yana eğip “çok merak ediyorum tekelden bir sigara alsana deneyelim” dedi. Koştur koştur gittim aklımca en zararsız en hafif sigarayı aldım. Kendisiyle karşılıklı birer dal içtik. Çok hoşuma gitmişti. Evden uzakta olduğum için de korku yoktu. Kendisi astım olduğu için daha fazla içmedi. Paket bende kaldı. Ben devamını getirdim. Sonra bir paket daha aldım. Bir paket daha... Artık resmi olarak bağımlıydım. Kendisinin bir arkadaşı o zamanlar piyasada olan mentollü sigarasından ikram ederdi bu sefer kendime uygun sigarayı da bulmuştum. İnternette resim paylaşırken sigara paketini saklardım. Eve dönerken terminale gitmeden önce dişlerimi fırçalar duşumu alır paketi yurda bırakır öyle otobüse biner ilginç şekilde İstanbul'da aklıma hiç sigara gelmeden cumartesi pazarı geçirdim. Montuma sinen sigara kokusunu alan aileme “arkadaşlarım içiyor üzerime sinmiştir” derdim. Bursa'ya dönerken terminalde paket alırdım. Böylelikle tam bir yıl geçmişti. Bir gün kız arkadaşım o kara haberi vermişti bana “senden ayrılıyorum.” demişti. Bu haber ile elimde olan tek sığınağım sigara kalmıştı. Elbette aklı başında olan bir insan için bu gerçek bir sığınak değildi. Çözümü onda bulmuştum. Yurt odasında geceleri arkadaşlarım uyurken yasak olmasına rağmen yangın alarmını sökmüş sigaraların birini yakıp birini söndürüyordum. O dönemler aşağı yukarı günde üç ya da dört paket içiyordum. Çünkü vaktim boldu. Zaten genelde dört saate yakın uyuyordum uyku haricinde tüm gün elimde sigara vardı. Yatakta, yemek yerken, tuvalette, duş alırken... Arkadaşlarımın arasında lakabım küllük olmuştu. Leş gibi kokuyordum dişlerim de sapsarı olmuştu. İstanbul'a da türlü bahanelerle gitmiyordum çünkü sigara içemeyecektim. Kız arkadaşım hayatımın merkezindeydi o boşluğu sigara ile dolduruyordum. Bu hal iki üç ay sürmüştü.

Nefesim çok düzensizleşmiş oldukça da kilo vermiştim. Biraz akıl kırıntısı kalmış olacak ki böyle gitmez dedim. Önce günde iki pakete ardından bir pakete ondan sonra da yarım pakete kadar düşürdüm.

İçtiğim sigara markalarına çok bağlıydım. Uzun müddet boyunca aynı markayı içiyordum. Sonra tipik öğrenci parasızlığı ile tütün içmeye başladım. Hayatımda aldığım en iğrenç karardı. Sabahları uyandığımda boğazıma sanki çökmüşler de konuşamıyormuşum gibiydi. Daha sonraları değişik markalar denedim. En sonunda uzun sigaranın beni tatmin ettiğini bana iki sigara arasında en uzun süreyi sağladığına kâni oldum. En çok da sabah uyanır uyanmaz aç karnına içilen sigaraya bayılırdım. Hala çok severim. Gözüm yarı açık yarı kapalı komodin üzerinde paket ve çakmağı el yordamıyla arardım. Hemen daha yatakta yakardım. Odam da artık her yer küldü.

Ev arkadaşım ile sigara yüzünden sürekli kavga ediyorduk. Ortak alanda içme. Odanda ortalık yerde içme. Pencerede içme. Balkonda kapıyı kapatıp iç gibi bir çok kavgalar mevcuttu. Bir gün kendisine artık bırakıyorum dedim. Böylece bırakma evresine girdim. Devletin sigara bırakma hattını aradım. Videolar seyrettim. Ama asla bırakamadım. Kendimi bıraktığıma dair kandırıyordum. Paket almıyordum ama sinyal yapıyordum. Yoldan geçerken “pardon hocam sigaran var mı acaba?” diyordum. İki sene böyle geçti. Her gün yine en az iki dal içiyordum. Sözde bırakmıştım. Ev arkadaşımdan kurtulur kurtulmaz soluğu tekel bayiisinde almıştım. Kendime ait paketimden çıkarıp yaktığımda arkasından basmıştım küfrü. Ama bir sorun vardı o sıralar okulu bırakma evresindeydim. Covid-19 patlamış o sıralarda da ben okulu bırakıyordum. İstanbul'a dönmüştüm.

Tamam artık içmeyeceğim dedim. Evde kendime meşgaleler buluyordum. Bir gün artık dayanamadım anneme dışarı çıkıyorum biraz hava alacağım diyerek soluğu tekelde aldım. Paket aldım bir kafeye oturdum. Orada en az üç saat kadar oturdum sırf sigara içeceğim eve de yakalanmayacağım diye on bardağa yakın çay içtim pakette ise üç ya da dört dal kalmıştı. Onları da çöpe atmıştım. Bana bu eylem baya gitmişti.

Kesin çözüme ihtiyacım vardı. Sorunum artık ailemin öğrenip kabullenmesiydi. Çözüm kendiliğinden geldi. Ramazan günüydü. Covid iyiden iyiye etkisini göstermişti. Sokağa çıkma yasakları başlamıştı. Bu süre içinde ben de kuzenimi kafalamış sadece iftardan sahura evin terasına çıkıp çay demleyip sahura kadar muhabbet eşliğinde sigara içiyorduk. Baya iyi gidiyordu. Gene bir sahur vakti son sigaralarımızı söndürüp evlerimize dağılmıştık. Eve girdiğimde sahur sofrası hazır şekilde görüp masadaki her zaman ki yerim olan babamın yanına oturmuştum. Babamdan “üff leş gibi sigara kokuyorsun” lafı gelmişti. Bu sefer inkar etmedim sadece suratıma aptal bir ifade takındım. Güldü “bok iç pezevenk” dedi. Artık resmi olarak ailem de biliyordu. Üzerinde fazla konuşulmadı.

Askere gittim. Bir askerin tek arkadaşı sigaradır. Hiç sigara içmemiş ağzına bile almamış biri bile orada bir şekilde dertlenir arkadaşından en azından bir kere “devrem bu askerlik bitmeyecek bir sigaran var mı be” der. Acemi birliğinde yanaşık düzen eğitimleri arasında mola verilir herkes yere bağdaş kurar bölükten sorumlu komutan “yak” diye emir verir ardından “çek” emri gelir daha sonra “bırak” emri ile seremoni sona ererdi. Zaten en çok müsamaha sigaraya verilirdi. Komutanlar bir iş verdiğinde senin elinde ne iş olursa olsun bırak gel derlerken eğer elinde sigara varsa “sigaranı iç gel” derlerdi.

Şimdilerde yaklaşık on iki senedir yanan dostumla hala beraberiz. Şimdilerde yukarda anlattığım gibi büyük olaylar olmuyor laletain bir olay gibi çıkarıp paketten hızlıca yakıp ardından hızlıca ilk nefesimi alıyorum. Lanet zararlı kötü bir dostluk. Bu yazıyı yazarken tam sekiz sigara söndürdüm. Kendisinden nefret etsem de asla bırakmak istemiyorum.


Hırs, Korku ve Biraz Umut

              Yeni işimde pek huzurlu olduğum söylenemez. Mola verdiğimde acaba bir şey derler mi, yeterince arama yaptım mı, iyi mi konuşuy...