Tipik doksanlar çocuğu olarak
mahalle abileriyle büyüm. Çocukluğumun büyük bir bölümü onlarla geçti. Onları yeri
geldi akran gibi gördük nesilce. Şimdilerde çoğunlukla görünmeyen mahalle
maçlarında beraber oynardık. Onlar bizden kadro kurarlardı bize taktik verirlerdi.
Aşağı mahalle ile maç yapardık. Eğer kaybedersek vay halimize, abinin hışmına
uğrardık. Bize çok kızardı. Sadece futbolda da değil tabi bir çok konuda bize
yardımcı olduğu da olurdu mahalle abilerinin. Kimisi derslerimize yardım ederdi,
kimisi dediğim gibi futbolda, kimisi nasıl kız tavlanır anlatırdı. Elbette sevmediğimiz
abiler de olurdu gördüğü yerde alay malzemesi eden abiler de vardı. Bizde ki
kolyeye, bilekliğe vs. “bakacağım ulan korkma” dedikten sonra “hadi şimdi git
ben veririm sana” derlerdi. Ona soğuk su içersiniz tabi sonra.
Bu devir sona erdi tabi. Ben de
mahalle abisi olmak çok isterdim. Hep çocukken hayaller kurardım abi olunca
şöyle yapacağım böyle yapacağım diye. Tabi sokakta çocuk bulmak mümkün değil. Varsa
bile birkaç tane onlar da sana selam vermiyor tanımıyorsun bile. Klişe lafları
pek sevmem hani herkesin yaptığı bir çıkarım vardır. Çocuklar tabletten başını
kaldırmıyor ki sokakta oynasınlar biz şöyle oyunlar oynardık böyle oyunlar
oynardık diye. Bu tabire hak vermekle birlikte eksik olduğunu kabul etmek
lazım. Şeker kardeşim senin zamanın da seni bu kadar meşgul edecek bir ekran
var mıydı? Senin tek derdin misketini arkadaşına kaptırmaktı. Şimdi çocuk o
ekranda neler yapıyor. Kod yazan çocuk bile var ne diyorsun sen. Kaldı ki sen
de o telefona gömülmüş durumdasın. Çocuk bakıyor anne telefona gömülmüş, baba
telefona gömülmüş, abi, abla, amca, teyze hepsi telefonda. Çocuk yalnız. Senin
zamanında GTA Vice City diye bir oyun vardı Tommy daha denizde bile
yüzemiyordu. Onun oynadığı oyunlar o kadar gelişmiş ki. Az evvel dediğim gibi kod
yazan, tasarım yapan, kendi kendini bu minvalde yetiştiren çocuklar
azımsanamayacak kadar çok. Kaldı ki oyuncaklar geçmişten bu güne oldukça
değişiyor.
İstanbul Kadıköy’de çağdaş şairimiz
Sunay Akın’ın tamamı kendi koleksiyonu olduğu, kendi kurduğu bir İstanbul
Oyuncak Müzesi var. Bir çok ülkeden bir çok yıldan oyuncaklar var. Japonya, ABD,
Almanya ve tabi ki Türkiye… En eski oyuncağın 1890 tarihli olduğunu
hatırlıyorum. Çocukların o yıllarda çok ayrıntılı dükkan, mutfak maketleri ile
oynadığını görebilirsiniz. Her parça özenle yapılmış ve muhtemelen elle boyanmış.
Oldukça da çeşitli eşyaları var muhteviyatında. Yani o oyuncağı gördüğümde
oturup ben oynamak istedim o kadar güzeldi. Genelde 1890’lı yıllarda çocuklara
bu oyuncaklar verilmiş. Tabi dönemini de bilmek gerekir zira o dönem araba
doğru dürüst bile yok ki çocuğa araba oyuncağı verilsin. Çocuklara iyi bir anne
baba olabilmeyi öğretmek adına mutfak maketi vs. veriliyor. Daha sonra 1900-1910-1920’li
yıllarda uçaklar arabalar görülüyor. Keza bunlar da çok fazla ayrıntılı kesinlikle
üstünkörü yapılma olarak görülmüyor. Tabi bunda fabrika ve seri üretim ile
alakalı. Ayrıca çağımızın sürdürülebilirlik adı altında minimize etmeyle alakalı.
Dünyada faşizmin yükseldiği İtalya,
Japonya, Nazi Almanya’sının dönemlerinde ilginçtir oyuncaklar propaganda amaçlı
kullanılmış. Bebek Nazi askerleri, parti bayraklarının minik halleri, tanklar,
uçaklar, zeplinler kısacası bu devletlerin kullandığı tüm araç ve gereçlerin
oyuncakları yapılmış. İlerleyen yıllarda Soğuk Savaş döneminde uzay mekikleri,
astronotlar, robotlar yapılmış. Keza bunlar da propaganda amaçlı. Zira Sovyet
Rusya ve ABD arasında uzay savaşları mevcut.
Her şey değişir elbette oyuncaklar,
oyunlar da. Geçmişte çocuklar bunlar ile oynarken şimdilerde her şey elektronikleşmiş
durumda. Elbette sokakta çocuk göremememizin bazı sebepleri var. Toplum olarak
bu sebepleri ortadan kaldırmaya çalışırken kendimizi de değiştirmeliyiz. Telefona
bakıyor diye kızdığımız çocuğumuza önce kendimiz telefonu bırakmayılız.